Kalkınmayı Okumak: Türkiye’de Toplumsal Dönüşümün İzinde Bir Yolculuk
Türk aydınları Tanzimat'tan beri kalkınmayla boğuşuyor. Sinan Tankut Gülhan'ın bu yazısı 1960-80'lerde devlet-toplum ilişkileri, bürokrasinin rolü ve modernleşme tartışmalarına odaklanıyor.
Bu makaleyi, tam Kovid dönemi başlarında yazmıştım. İçinden geldiğim geleneğin iki büyük ismiyle cebelleştiğim, Doğan Avcıoğlu'na geç kalmış borçlarımı ödediğim bir yazı olduğunu da rahatlıkla ifade edebilirim.
Alıntılamak için aşağıdaki bilgileri kullanabilirsiniz.
Gülhan, Sinan Tankut (2021). Kalkınmayı Okumak [Rethinking Development Studies in Turkey]. içinde V. S. Öğütle & G. Çeğin (Editörler), Kerim ya da Zalim: Osmanlı Devlet ve Toplum Yapısı Tartışmaları (s. 365–397). Phoenix Yayınları.
Kısaca makaleyi özetleyecek olursam, Türkiye aydınının en büyük meselesi, belki de en büyük yarasıdır kalkınma meselesi. Tanzimat'tan bu yana Batı'nın ilerleyişine bakıp "Biz neden geri kaldık?" sorusuyla boğuşan aydınlarımız, bu arayışta derin toplumsal çatışmaların da fitilini ateşledi.
Bu yazıda, bu sorunun yirminci yüzyılın ikinci yarısında nasıl bir tarihsel sosyolojik çerçevede ele alındığını, "yaralı bilincin" nasıl yeniden inşa edildiğini inceleyeceğiz. Bu yolculukta iki önemli durak noktamız olacak: 1960'lar ve 1980'ler.
İlk durağımız olan 1960'larda, Türkiye'de oldukça hareketli bir siyasi ve kuramsal atmosfer hakimdi. Doğan Avcıoğlu ve İdris Küçükömer gibi önemli isimlerin eserlerinden yola çıkarak, bu dönemi damgasını vuran kırılmayı ve etkilerini ele alacağız.
Devlet Aklı ve Toplumsal Dönüşüm Arayışı
İdris Küçükömer, "Düzenin Yabancılaşması" adlı eserinde Batıcı aydınları sert bir dille eleştirir. Ona göre Batıcılar, Osmanlı toplumunun kendine özgü koşullarını kavrayamadan Batılı kurumları ithal etmeye çalışmış ve bu nedenle de gerçek anlamda bir "Sivil Toplum" oluşturamamışlardır. Küçükömer, Osmanlı toplumunu anlamak için bürokratik sınıfın ve "yeniçeri-esnaf-ulema" ittifakının belirleyici olduğunu savunur.
Doğan Avcıoğlu ise "Türkiye'nin Düzeni" adlı eserinde, Türkiye'nin sanayi kapitalizmine doğru ilerlediğini, ancak dış kaynaklı engeller nedeniyle bu ilerleyişte aksamalar yaşandığını ileri sürer. Ona göre bu engellerden en önemlisi, "Batılılaşma" özlemidir. Avcıoğlu, Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) tartışmalarına da değinir ve Türkiye'nin ne feodal ne de ATÜT'e uyan kendine özgü bir "prekapitalist düzen" olduğunu savunur.
Hem Küçükömer hem de Avcıoğlu, Amerikan danışman Max Weston Thornburg'un hazırladığı ve Türkiye'nin sanayileşme politikalarını eleştiren raporu "emperyalist müdahale" olarak değerlendirir. Karabük Demir Çelik Fabrikası'nın kapatılmasını öneren bu rapor, her iki isim tarafından da Türkiye'nin "milli kalkınma" çabalarını baltalamaya yönelik bir girişim olarak yorumlanır.
Buradan Thornburg'un raporu hakkında yazdıklarımı okuyabilirsiniz: tıklayın.
Merkez-Çevre Çekişmesi ve Bürokratik Sınıfın Etkisi
1970'li yıllara gelindiğinde, Maurice Godelier'in ATÜT'ü yeniden yorumlamasıyla Türkiye'de tarihsel sosyoloji alanında yeni tartışmalar başladı. Çağlar Keyder ve Korkut Boratav'ın çalışmaları, bu dönemde öne çıkan ampirik araştırmalara örnek gösterilebilir.
Çağlar Keyder, "Türkiye'de Devlet ve Sınıflar" adlı eserinde, Osmanlı'da bürokratik sınıfın klasik feodal gelişmeyi engellediğini ve bu durumun cumhuriyet döneminde de etkisini sürdürdüğünü savunur. Keyder'e göre, Latin Amerika'daki Bolivarcı devrimlerden farklı olarak, Türkiye'de İttihatçılarla başlayan süreç bir "orta sınıf" devrimi değildir. Zira İttihatçılar'ın toplumsal tabanını oluşturan küçük üreticiler, kapitalist gelişmeye sıcak bakmamıştır.
Şerif Mardin ise "merkez-çevre" paradigmasıyla Osmanlı toplumunu analiz eder. Mardin'e göre, Batı Avrupa'da feodalizm sonrası dönemde merkez ile çevre arasında gelişen zengin ilişki ağı, Osmanlı'da mevcut değildir. Orta sınıfın eksikliği, merkezin çevre üzerindeki tahakkümünü sınırlayacak bir mekanizmanın da oluşmasını engellemiştir.
Sonuç: Yeni Bir Toplumsal Tahayyülün İnşasına Doğru
1960'lardan 1980'lere uzanan bu dönemde yapılan çalışmalar, Türkiye'nin toplumsal dönüşümüne ve yeni oluşan sınıf kesimlerinin varlığına dair önemli tespitler ortaya koymaktadır.
Ancak, bu çalışmaların birçoğunda devlete ve bürokrasiye aşırı vurgu yapıldığı, toplumsal taban ve dinamiklerin görece ihmal edildiği görülmektedir. Ayrıca, orta sınıf kavramının yeterince sorgulanmadan ve tanımlanmadan kullanılması da önemli bir eksikliktir.
Sonuç olarak, Türkiye'de toplumsal dönüşümün karmaşık dinamiklerini anlamak için yeni argüman hatlarına ve kapsamlı araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu minvalde, kuşaklararası toplumsal hareketlilik, sınıflar arası geçişkenlik gibi konulara odaklanan uzun erimli tarihsel analizler ve tabii ki Pierre Bourdieu'nün katkıları büyük önem taşımaktadır.