Zielona Gora

Avrupa’dan Notlar: Kendimizin Taşrasındayız, Dünya Değişiyor

Przemysl-Berlin treni, 2. Dünya Savaşı’ndaki tren görüntülerini hatırlatıyor. Przemysl, Lviv’e en yakın Polonya şehri. Trenin son vagonları tıka basa Ukraynalı göçmenlerle doluydu. İstasyonda yanlış yerde durduğumuz için üç vagonu da kat ettik.

Yatağını-döşeğini, kedisini köpeğini kapmış, çoluğu çocuğu sersefil yüzlerce insan, saatlerdir trende, Berlin’e gitmeye çalışıyorlar. Frankfurt-Oder’de, 1-1,5 saat güvenlik kontrolü ve pasaport araması -Schengen’de ilk defa gördüm- Kızıl Haç yardımı.

Bildiğimiz dünyanın sonu işte böyle geldi diye düşündüm. Bir yığın patlamayla. Onlarca, yüzlerce insan Ukraynalılara yardım etmek için istasyonlarda gönüllü olmuş, kalacak yer için, gıda için yardım sağlıyor. Bir daha ne zaman evlerine dönecekler, Berlin’de ne yapacaklar?

Zielona Gora’da STK’larla tanışma toplantısı var, en büyük yükü bu STK’lar çekiyor üç-dört aydır. Karşımızdakiler yüzlerce Ukraynalı mülteciden iki tanesi. “İyi göçmenler” konuşuyor, nasıl ülkelerine geri döneceklerini anlatıyorlar. Biri, savaşın en ağır yüzünü görmüş Kryvyi Rih’ten geliyor, Zelensky’nin memleketi. Kardeşiyle kaçmış savaştan, belki 16, belki 17 yaşında bir kız çocuğu. Dünyanın bütün yükünü sırtında taşımak için çok küçük.

Diğer mülteci, Kiev’den çocuğuyla birlikte kaçmış. Üzgün insanlar, savaşın fotoğraflarını düşündükçe daha da üzgünlermiş gibi geliyor bana. Mutlular, endişeliler. Zielona Gora’da bahar yerini çoktan yaza bırakmış. Evden gelen haberler kötü.

Zielona Gora bir Silezya şehri, eski adı Grünberg, Yeşiltepe. Sovyetler, Almanya’dan Stettin, Danzig ve Silezya’yı koparıp Polonya’ya vermiş 45’ten sonra, kendine de Prusya’nın tarihi çekirdeğini almış. Geçen neredeyse 80 yılda, Silezya hâlâ bomboş, onlarca ufacık köy.

Berlin’den Zielona Gora’ya giderken, önce Frankfurt-Oder, sonra Jepin diye okunan ama Rzepin diye yazılan ufacık bir kasabada durduk. Arada belki yirmi tane köy ve köy irisi. İnenlerin nereye gidecekleri bilinmeyen nuh nebiden kalma tren istasyonları. Bir yandan ötelere bakıyorum, nereye gidecekler acaba bu ormanların, bu uçsuz bucaksız yeşilliklerin ortasında inen insanlar.

Anadolu’dan alışığım, trenden inersin, kasabanın hemen ortasıdır, köyün uzaktaysa bir dolmuşa atlar köyüne gidersin. Burada köy nerede, çiftlik nerede.

Bir ceketli kravatlı adam indi, nerede indiğini biliyor muydu acaba diye düşündüm. Devasa bir toprak, çok ama çok az insan. Hep böyle miydi Polonya, bilemiyorum, eskiden Almanya’nın tahıl deposuymuş buralar, şimdi öyle değil. Buğdaylar başak vermek üzere ama sanki buğday değiller. Avrupa Birliği’nin varoluş amacı aklıma geliyor sonra, tekil bir tahıl borsası kurmak, her isteyenin buğday ekmesine engel olmak, ortak tarım birliği, toprağını ekmezsen daha fazla para kazanırsın ihtimali. Göz alabildiğine ekilmemiş alanla dolu toprak.

Sovyetler ve Polonya, milyonlarca Almanı, önce Sibirya, sonra Orta Asya’ya sürmüş, fırsatını bulan, Doğu Almanya, Berlin derken ancak 10-15 yıl sonra geri dönebilmiş Almanca konuşulan ülkesine.

Zielona Gora’nın eski evleri tipik küçük Alman şehri. Ama o geçmişten kalan hemen hiçbir şey yok. Sahne kalmış, aktörler değişmiş, oyun bambaşka bir oyun olmuş. Şehirde herkes göçmen, kimisi eski, kimisi yeni. Tarihi şehirle bir uyumsuzluk var sanki.

Berlin ve doğusundaki bütün tren istasyonlarında, gencecik kızlar ve oğlanlar askeri üniformalarıyla trenlere biniyorlar, görev yerlerine -karanlık bir geçmişe- teslim olmak üzere. Bu muydu bizden kalacak? Trenlerle kaçan göçmenler, trenlere binen asker çocuklar.

Belki de Oppenheimer’a borçluyuz bir Cihan Harbi daha görmemiş olmayı. 5700 nükleer başlığı varmış, NY Times yazıyor, Rusya’nın. Bir o kadar da NATO’da var. Dünyanın yönetici seçkinleri yönetme ehliyetini kaybedince, gencecik çocuklar trenlerle cepheye gidermiş demek ki.

Bütün Doğu Avrupa teyakkuz halinde, havada helikopterler, her yerde asker, cemseler. Memleketimse bir kere daha seçimlere kilitlenmiş halde. Anaakım gazete manşetinde Ukraynalı kadının İngiliz adamı nasıl kaptığı var. Bir de monkeypox. Kendimizin taşrasındayız. Dünya değişiyor.