Ankara, Ayrancı ve Rüyaların Kentsel Dönüşümü
Ankara'nın Ayrancı mahallesinde büyümeye dair kısa bir hikaye.
Akşam üzeri, haberleri okumaktan yorulmuş, bir kere daha yeni bir füzyon enerji gelişmesi hakkında haber okumaya dayanamayacağım diye düşünürken gözlüklerim ellerimden tahtaboşa sıyrılmış ve uykuya dalmışım.
Çocukluğumun ve ilk gençliğimin büyük kısmı Ankara, Ayrancı’da geçti. Aşağı yukarı, Aşağı Ayrancı’da Elçi sokakta doğmuş, Hoşdere caddesinde üniversiteyi bitirmiş sayabilirim kendimi. Ayrancı çocuğuyum yani.
Rüyamda Ayrancı çocuklarının simge kırtasiyesi Teoş kırtasiyenin önünden geçiyordum, elimden de kızım tutuyor.
Ortaokul hazırlıktan ikinci sınıfa kadar Teoş kırtasiyenin karşısından servise bindim, Söğütözü o zamanlar Ankara’nın diğer köşesi sayılırdı. 1991’in sonunda ya da 1992’nin başında, gene bayağı soğuk bir Ankara sabahında servis beklerken Teoş’un hemen çaprazındaki bakkalın oradan büyük bir patlama sesi geldi. Aynı sıralarda, oturduğumuz Yeşilyurt sokağın Kavaklıdere tarafında da böyle devasa bir patlama olmuş, doğalgaz kaçağı nedeniyle birkaç kişi ölmüştü. Bir anda otobüs durağında herkes bu ya tüp patlamasıdır, ya da doğalgaz patlamasıdır diye konuşmaya başlamıştı.
Hemen o sıralarda servis geldi, teker teker bindik, gri bıyıklı şoför abinin de meraklı bakışları arasında yalım yalım alev almış bir otomobili ve tamamen pencereleriyle dış cephesi dökülmüş apartmanı gördük.
Rüyamdaki Teoş da, bana hep o anı hatırlatır. Daha sonra bir kere bile Teoş kırtasiyeye gitmemem bununla ilgili miydi, kırtasiye olarak genişçe bir Yay-sat bayii olan Hoşdere’deki Kuzgun’a inen köşedeki yeri daha çok sevmem miydi sebep. Hoş, amcam da Hoşdere caddesinde o yıllarda Çankaya Lisesi’nin karşısında kırtasiyecilik yapıyordu ve bir kere bile onun dükkanına uğramışlığım yoktu.
Teoş, tabii ki Ayrancı’nın hızla mutenalaşmasına ayak uydurmuş kırtasiye kapanmış. Yerine video kaset dükkanı açılmıştı rüyamda. Kızım da birkaç tane film alalım diye tutturuyordu. Filmler de Top Gun, Visitors ve bilumum 1980’lerden kalma gerçek video kaset filmleri.
Kızım diyorum, istediğin filmi ben sana alırım, ne gerek var bu kasetlere. Hayır babacığım, alalım, çok merak ediyorum, oluyor cevabı.
Dükkan sahibi de abi al ne olacak diye araya karışıyor. Ya diyorum sen niye video kaset dükkanı açtın, bari DVD dükkanı filan açaydın. O sırada dükkan sahibinin kızını görüyorum, Teoş çok tenha ama yeni aile buraya yerleşmiş. Amca alsana diyor kasetleri, kızımdan üç-dört yaş büyük bu kız da.
Normalde hiç ciddiye almayacağım, aklımın bir köşesinde 1991 ya da 1992’deki o patlama var ve dükkandan bir an önce çıkmak istiyorum. Dükkan sahibine hitaben, ya diyorum biz bu kasetleri aldık hadi, nerede izleyeceğiz, ne bu kasetler, VHS mi? VHS kasetçaları nereden bulacağız.
Abi hiç merak etme buluruz onu da diyor. Hah diyorum içimden, daha doğrusu içimin de içinden, kaset almakla kalmamışız gibi bir de videoçalar alacağız. Ya yok bizde VHS filan diyorum. Abi Betaları da var, merak etme. Hımm, diye içeriden bir ses geliyor, bizim fih tarihinden kalma bir Beta videoçalarımız vardı, annem attı mı acaba onu diye düşünmeye başlıyorum. Kızım da bir yandan video kasetlerin kaplarını açmış, kocaman VHS kasetleri gösteriyor, baba bu olmuyor mu diyor, hayır tabii ki kızım, o VHS bak ne kadar büyük, kafam kadar neredeyse.
Sonra Beta’lar çıkıyor ortalığa, bu kasetleri görmeyeli belki bir 25 sene olmuştur. Tamam diyeceğim, o esnada bilinçdışı kısa devre yapıyor, ya istemiyorum, ben nereden girdim buraya, küçükken bile hiç girmezdim ki bu dükkana, zaten hemen şurada bomba patlamıştı, yürü kızım diye kızımın elinden tutup hızlı hızlı kaçıyorum dükkandan.
Dükkan demeye de bin şahit, Ayrancı’nın her tarafı benim zerrece hazzetmediğim o korkunç üçüncü kuşak kafelerle dolu, bir tane tanıdık kalmamış, Ayrancı’yı ODTÜ dolmuşlarından tanıyan herkes kırk kuşaktır o mahallede yaşıyormuş gibi Ayrancı hikayesi anlatıyor ve ben sadece kızımın elinden tutarak oradan kaçmaya uğraşıyorum.
Bir kaç katman var burada. Ayrancı’yı kaybetmiş olmanın acısını çok da ifade edebildiğimi zannetmiyorum. Sokaklarında Rom halkının kalaycılık yaptığı zamanlardan beri, her köşebaşında bir kahve olduğu zamandan beri, kırtasiyeye giderken bana bıçak çekildiğinden beri -bu hikayeyi de başka zaman anlatırım- tanıdığım bir yeri, Moda gibi, Cihangir gibi alelade bir muhite dönüştürmeye kalkışanlara karşı hiçbir şey yapamamanın acısını taşıyorum.
Ayrancı, alelade bir yer değildir. Sokaklarında araçlarından adım atamıyorsanız müsebbibi sizsiniz, iki adım ağaç altında gölgelikte yürüyemiyorsanız, müsebbibi sizsiniz, Teoş’un ne olduğu hakkında zerrece fikriniz yoksa, Yeşilyurt’la Hoşdere’nin köşesinde tam tamına birbirine düşman iki bakkal olduğu zamanları hatırlamıyorsanız, müsebbibi sizsiniz. Ben değil.
Ya da, esasında, doğrusu, ben bütün bunları hatırlamakla malulüm. Ayrancı, bir zamanlar, sessiz insanların, sesli yaşadığı bir kalabalıktı. Ve o bıraktığım Ayrancı’dan geriye hiçbir şey kalmadı.