Ankara, Ayrancı ve Rüyaların Kentsel Dönüşümü
Ankara'nın Ayrancı mahallesinde büyümeye dair kısa bir hikaye.



Ayrancı'dan kareler. 2022.
Akşam üzeri, haberleri okumaktan yorulmuş, bir kere daha yeni bir füzyon enerjisi gelişmesi hakkında haber okumaya dayanamayacağımı düşünürken gözlüklerim ellerimden tahtaboşa kaymış ve uykuya dalmışım.
Çocukluğumun ve ilk gençliğimin büyük kısmı Ankara, Ayrancı’da geçti. Aşağı Ayrancı’da, Elçi Sokak’ta doğmuş, Hoşdere Caddesi’nde üniversiteyi bitirmiş sayabilirim kendimi. Ayrancı çocuğuyum yani.
Rüyamda, Ayrancı çocuklarının simgesi Teoş Kırtasiye’nin önünden geçiyordum; elimden de kızım tutuyordu.
Ortaokul hazırlıktan ikinci sınıfa kadar, Teoş Kırtasiye’nin tam karşısındaki duraktan servise bindim. Söğütözü o zamanlar Ankara’nın diğer köşesi sayılırdı. 1991’in sonunda ya da 1992’nin başında, yine soğuk bir Ankara sabahında servis beklerken, Teoş’un hemen çaprazındaki bakkalın oradan büyük bir patlama sesi geldi. Aynı sıralarda, oturduğumuz Yeşilyurt Sokağı’nın Kavaklıdere tarafında da doğalgaz kaçağı nedeniyle bir patlama olmuş, birkaç kişi ölmüştü. Bir anda duraktaki herkes “ya tüp patlamasıdır, ya doğalgaz” diye konuşmaya başlamıştı.
Tam o sırada servis geldi. Teker teker bindik. Gri bıyıklı şoför abinin meraklı bakışları arasında, yalım yalım alev alan bir otomobili ve pencereleriyle dış cephesi tamamen çökmüş bir apartmanı gördük.
Rüyamdaki Teoş, bana hep o anı hatırlatır. Daha sonra bir kere bile Teoş Kırtasiye’ye gitmemem bununla mı ilgiliydi, yoksa kırtasiye olarak Hoşdere’de, Kuzgun’a inen köşedeki geniş Yay-Sat bayisini daha çok sevmem mi sebebiydi, bilmiyorum. Hoş, amcam da o yıllarda Çankaya Lisesi’nin karşısında kırtasiyecilik yapıyordu ve bir kere bile onun dükkânına uğramışlığım yoktu.
Teoş tabii ki Ayrancı’nın hızla mutenalaşmasına ayak uyduramamış, kırtasiye kapanmış. Rüyamda yerinde bir video kaset dükkânı vardı. Kızım da birkaç film alalım diye tutturuyordu. Filmler Top Gun, Visitors ve bilumum 1980’lerden kalma, gerçek VHS kasetlerdi.
“İstediğin filmi ben sana alırım kızım, ne gerek var bu kasetlere,” dedim.
“Hayır babacığım, alalım, çok merak ediyorum,” dedi.
Dükkan sahibi de “Abi al ne olacak,” diye araya karıştı.
“Sen niye video kaset dükkânı açtın?” dedim, “Bari DVD dükkanı açaydın.”
O sırada dükkan sahibinin kızını gördüm — Teoş çok tenha ama yeni bir aile buraya yerleşmiş. “Amca alsana kasetleri,” dedi, kızımın üç-dört yaş büyüğü bir kız.
Normalde hiç ciddiye almayacağım bu sohbetin içinde, aklımın bir köşesinde hâlâ 1991 ya da 1992’deki o patlama vardı. Dükkândan bir an önce çıkmak istiyordum. “Ya biz bu kasetleri aldık, hadi nerede izleyeceğiz, ne bu kasetler, VHS mi? VHS çaları nereden bulacağız?” dedim.
“Abi, merak etme, buluruz onu da,” dedi dükkân sahibi.
“Hah,” dedim içimden, daha doğrusu içimin de içinden, “kaset almakla kalmadık, bir de video çalar alacağız.”
“Yok bizde VHS,” dedim.
“Abi, Betaları da var merak etme.”
Hımm... diye bir ses çıktı benden. Bizim fi tarihinden kalma bir Beta video çalarımız vardı, annem attı mı acaba onu diye düşünmeye başladım. Kızım bir yandan kaset kaplarını açmış, kocaman VHS kasetleri gösteriyordu.
“Baba, bu olmuyor mu?”
“Hayır tabii ki kızım, o VHS, bak ne kadar büyük — neredeyse kafam kadar.”
Sonra ortalık Betalarla doldu. Bu kasetleri görmeyeli belki 25 sene olmuştu. Tam “tamam” diyecekken bilinçdışım kısa devre yaptı. “İstemiyorum,” dedim kendi kendime. “Ben niye girdim bu dükkâna, küçükken bile hiç girmezdim ki buraya... Zaten hemen şurada bomba patlamıştı. Yürü kızım,” diyerek elinden tutup hızlıca çıktım dışarı.
Dükkan demeye de bin şahit... Ayrancı’nın her tarafı, benim zerrece hazzetmediğim o korkunç üçüncü kuşak kafelerle dolmuş. Tanıdık bir tek yüz kalmamış. Ayrancı’yı ODTÜ dolmuşlarından tanıyan herkes, kırk kuşaktır orada yaşıyormuş gibi “Ayrancı hikâyeleri” anlatıyor, ben ise sadece kızımın elinden tutarak oradan kaçmaya çalışıyorum.
Birkaç katman var burada. Ayrancı’yı kaybetmiş olmanın acısını tam olarak ifade edebildiğimi sanmıyorum. Sokaklarında Roman halkının kalaycılık yaptığı zamanlardan, her köşebaşında bir kahve olduğu günlerden beri... Kırtasiyeye giderken bana bıçak çekildiğinden beri — bu hikâyeyi de başka zaman anlatırım — tanıdığım bir yeri, Moda gibi, Cihangir gibi alelade bir semte dönüştürmeye kalkışanlara karşı hiçbir şey yapamamanın acısını taşıyorum.
Ayrancı, alelade bir yer değildir. Sokaklarında araçlardan adım atamıyorsanız müsebbibi sizsiniz. İki adım ağaç altında yürüyemiyorsanız, müsebbibi sizsiniz. Teoş’un ne olduğu hakkında zerrece fikriniz yoksa, Yeşilyurt’la Hoşdere’nin köşesinde birbirine düşman iki bakkalın olduğu zamanları hatırlamıyorsanız, müsebbibi sizsiniz. Ben değil.
Ya da, doğrusu, ben bütün bunları hatırlamakla malûlüm. Ayrancı bir zamanlar, sessiz insanların sesli yaşadığı bir kalabalıktı. Ve o bıraktığım Ayrancı’dan geriye hiçbir şey kalmadı.