Tütünün Kısa Seyahati veyahut Sigaranın Tarihsel Sosyolojisine Dair Kısa bir tespit
ABD’deyken, belki de hâddinden fazla sosyolojiye giriş dersi verdim ve başlangıçta sosyolojiye giriş derslerinin ayrılmaz parçası Giddens’ın içler acısı, can sıkıcı, vasatlık abidesi, politik doğruculuk şahikasıyken sosyolojiden nefret ettirmeye yeterli ders kitabını hemen her derste kullanıyorduk. Bir noktada sigaranın tarihsel sosyolojisine takılıp kaldım, tabii bunu da kahvenin tarihsel sosyolojisinden kaçarken yaptım.
Giddens kitaba kahvenin nasıl küresel ve ulus-aşırı bir dünya ürünü olduğunu göstermek için başlıyordu. Elle tutulmayan örnekleri kavrama acziyetiyle sadece bizim pek sevdiğimiz memleketlimiz lisans öğrencileri mâlûl değiller; Amerikan öğrencileri soyut herhangi bir meseleyi kavramak konusunda o kadar kötüler ki, oha Kant, Hegel, Marx serisini geçtim, Platon’u anlatmak öyle büyük işkence oluyordu ki. Yani, nasıl olur da beni ilgilendirmeyen bir iyilik olabilir.
Şöyle izâh edeyim, Devlet’te Thrasymakhus diye bir karakter var. Sinikliğin kitabını yazan bir karakter; Sokrates’in her diyalektik hamlesine, insan doğasının çiğliğiyle yanıt veren, gerçekçi-pragmatizmin kitabını yazan bir abimiz kendileri. Adalet, Thrasymakhus’a göre, güçlünün çıkarından başka bir şey değildir. Belki bunu söylemek, ahlâkın ötesine geçmenin bir yolu, bir alternatif kurmanın anlamı gibi görülebilir, lâkin öyle değil, Thrasymakhus için, haklı çıkmaktır diyalektik -o nedenle, ucuz bir retorikçidir, zira, kapışmadan argüman devşirmenin bir nevî adı retorik.
Her neyse, bu tuhaf sinizm, eskiden beri hep var mıydı bilmiyorum, ama Amerikan talebelerinin iliğine kadar işlemiş bir durum; güçlünün yasa yapması kadar doğal bir şey yok, ve üstüne üstlük, anlattığınız şeyi ellerimle tutamazsam, yani güçlünün hakkından bahsetmiyorsan haktan bahsetmenin bir anlamı yoktur basitliğini aşamıyorsanız, anlatmanızın hiçbir anlamı yoktur.
Meta-kuramsal-pedagojik oldu izâhatin bu kısmı, Amerikan ideolojisine dair pek de gizleyemediğim tiksinti araya girdi diyelim. Dünyanın iç içe geçmiş ilişkiler bütününden mürekkep olduğunu anlatmak için, Giddens benim takip ettiğim bütün Sosyoloji’ye Giriş ciltlerinin başlangıcında kahvenin nasıl Güney Amerika’da yetiştiğini, ama batıda herkesin evine girdiğini anlatır. Başka bir hocam da, daha akıllıca bir biçimde, evet arkadaşlar, bir bakın bakalım ayakkabılarınıza, birimiz dışında hepinizinkinin Doğu Asya’da imal edildiğine bahse girerim demişti ve kazanmıştı; kezâ, kendisininki pahalı İtalyan ayakkabısıydı. Gariban doktora öğrencileri de Çin malı giyiyorlardı tabii.
Ben de ilk girdiğim derslerde uzun uzadıya bu kahve örneğini anlatıyordum, sonra ayakkabıdan da dem vurdum; ama, ikisi de kuru kuruya tepkisizlikten başka bir şeye yol açmıyordu. Hayır, ben kendim kahve nasıl yetişir hiç görmedim ki, ne diyeyim, Güney Amerika, iyi, bir de Etiyopya, güzel, eeee, Türkiye’de bünyenin gördüğü en fazla kahve, fincan kadar Türk kahvesi, Amerikan kahve boyutları zaten boyumu aşmış, ilk içtiğim kupada kalp çarpıntısı bir yandan, tansiyonun yerlerde sürünmesi öte yandan, bezmişim. Ne diyeceğim kahve hakkında, kahve beyaz yakalının afyonudur desen, kaç yazar, onun da decafı çıkmış. Ayakkabı desen başka bir dert.
Sigara içmeye yeni yeni başlıyorum o zamanlar, koskoca lise yıllarını, olm manyak mısınız, pis kokuyor bu yahu diye pas geçmişim, helâ muhabbetlerinden uzak kalmışım, üniversitede tek tük yakmışım, onda da pişman olup çıkmışım, sigara içenlerin 10 metre yakınından geçmeyi kaldırmıyor bünyem, babamla kaç defa terso olmuşuz, arabada, evde, odamda sigara içtiğini gördüm diye, hatırlamıyorum. Ama, sanki bir şalter inmiş gibi, 25 yaşımdan itibaren önce sigara otlanmaya başladım, epeyi bıktırıcı bir otlakçıydım ki, insanlar pis pis bakmaya, laf sokmaya başladılar, gene başla bırak, aramızda mesafeli ilişki olsun diye çabalarken, yeterlilik çemberini geçip de, hayatta kalabilmek için kendi derslerime girmeye başlamamla benim sigara hikâyem artık chain-smoking mertebesine erişti ve günde bir paketi aşmaya başladım.
İlk ders verdiğim yer, yaşadığım yere otobandan 120 km uzakta, Oneonta isimli ufarak bir üniversite şehriydi. Evden çıkıp derse girmem tam 75 dakika sürüyordu, bu esnada, altı sigara (önce Camel, sonra Camel o saçma değişikliğe gidince Pall Mall), artı bir de rezil bol sütlü Dunkin Donuts kahvesi, artı Ahmet Kaya’nın klasikler albümünü yer gibi bitirirdim. Yani, derse girdiğimde, tahminen Kızılay’ın en karanlık kahvelerinden birinden yeni çıkmış gibi kokuyordum muhtemelen.
Tahmin edebileceğiniz gibi, Thrasymachus’a, elimde sigara paketiyle sosyolojinin ne demek olduğunu anlatmaya başladım. İşte, Samsun’da, Aydın’da, Bitlis’te tütün şöyle toplanıyor, insanların elleri parmakları şöyle yanıyor, bakın hele Camel’ın üzerinden niye deve var, neden Türk tütünü yazıyor, Virginia tütünü nedir, ne değildir, sigara neden gitgide işçi sınıflarının değişilmez alışkanlığı hâline gelmiştir, sigara öldürürken neden içmeye devam ediyorum geyiğinin de bulunduğu 60 dakikayı tamamlardım.
Amerika demokrasinin anavatanı olduğundan ötürü, püfür püfür tellendirirdim ders arasında da sigaramı -10 dakika molada 3 sigara- ve gelen geçen hocalar tuhaf tuhaf bakıyorlar gözümün içine, manyağa bak, öğrencilerin yanında sigara içiyor diye göz deviriyorlardı muhtemelen. Sırf bu esnada üç dört öğrenci de benimle sigaraya başlamıştır muhtemelen, kendilerinden özür dilerim. Mamafih, sonradan, adam öğrencilere ne biçim örnek oluyor, tipe bak diye arkamdan söylendiklerini duydum. Amerikan taşrası kadar acımasız, çirkin, az gelişmiş ve gıybet meraklısı bir yer görmedim; Allah Amerikan taşrasına düşene yardım etsin.
Neyse, sigarayı bırakmayı 10 sene sonra, üçüncü (belki dört buçukuncu da diyebilirsiniz elektronik sigarayı da sayarsak) denememde, başardım. Bir buçuk zatürre, bir de akciğer rahatsızlığından sonra, bırakmayanı da dövüyorlarmış. Sigarayla seviyeli, mesafeli değil; rezil, kavgalı gürültülü, tükürüklü hırıltılı, abuk sabuk bir ilişkimiz oldu. Kendisini özlemiyorum, ama bugün bundan 3 sene önce, Elçin’in (Arabacı) facebooktaki bir paylaşımından sonra tütüncülüğün hikâyesini karıştırdığım bir postayı buldum.
Oryantalizmin Temsili: Turkish Trophies
Fotoğraf Times Square, New York’tan. Kocaman bir “Turkish Trophies” ilânı var görüntüde. (bkz. 1. nolu resim)
Dedim, bu olsa olsa sigara ilânıdır. Tabii, 20. yüzyıl başının sefil, çalakalem, karman çorman, daha grafikerlerin esâmesinin ancak okunduğu bir zaman. Resimde bir kadın seçiliyor, ama kadın neden o kutuyu tutuyor, ne işi var kutuyla, krem kutusu mu o acaba -kezâ, hemen yanındaki bilboardda, talk pudra reklamı var.
Resmi biraz büyütünce, 10 tanesi 10 sent yazısı dikkatimi çekti, ehh, Camel’ın paketinin üzerinde çok uzunca bir zamandır Turkish tobacco yazdığını, ve hayır, Amerikalılar çok cahil olduğunda ötürü değil, 100 yıldır, Turkish ismini çölde bir devenin altında gördüklerinden ötürü, oturdum, google’da “Turkish Trophies” sigarasını aradım.
Şu web sitesi epeyi yararlı oldu: http://marksephemera.blogspot.com.tr/…/tales-of-turkish-tro…
İki nolu fotoğrafımız da, gene aynı şirketin Murad sigarasının afişi. Aynı tuhaf kadın figürü -kadın size sigarayı mı sunuyor, sigarayı kendisi mi yakacak, kadın bedeninin oryantalizmle birleşiminden daha âlâ bir örnek yok. Uzakta soğan başlıklı yapılar, Disney karikatürü mü, belli değil.
Daha da garibi, aynı sırada, bira ve çiklet reklamının hemen yanında, kocaman bir ilân daha, Fatima sigaraları. Fatma adının sigarayla ne işi olur, elin Amerikalısı, Fatma adını, neden sigaraya verir? Tahminim, 1910’ların sonunda Fatima meselesinin gündeme gelmesiyle oluşturulan yeni, ve tabii gene egzotik bir marka olduğu. Haç ve ayyıldız, şirketin bir yandan da oryantalist kimliğinden taviz vermeme isteği olarak yorumlanabilir mi? Neden olmasın.
Bir diğer fotoğrafta, bu şirketin yaptığı, tahminen 12 yaşındaki bir copywriter tarafından yazılmış metinleri, o metinlerde, kral işlevi gören, bir sultanın, -ama, adı “kink”- olarak yazılmış, Turkish Trophies sigarası için dünyayı bile satabileceğini anlatan posterlerden bir örnek. Ha, sabah akşam oryantalizm diyoruz ya, işte tam da bu popüler kültürün oryantalizmi icadı, veya yeniden icadı. Köşede okuyabileceğiniz üzere, S. Anargyros Tobacco Corporation’ın mâmulleri bu sigaralar.
Oryantalizmin Ekonomi-Politiği
Oryantalizmin ticari mânâda neye denk geldiğini kestirebilmek için tabii ki Said ya da Fanon okumanıza gerek yok -okusanız iyi olur tabii-
Anargyros şirketinin davetkâr kadın fotoğraflarıyla süslenmiş posterleri sanırım bayağı ilgi görmekte -galiba, nevzuhûr hipster komünitesinde (lan, bir de düzgün bişi sevin arkadaş). Allposters’dan sipariş edebilirsiniz.
Fatima ve Murad isimli, Türk tütününden imâl edilen sigaralar, büyük sermaye işe el atıncaya kadar, epeyi bir popülermiş. Onların da resimlerini, dört ve beşinci sırada bulabilirsiniz. Bunun için de, Stanford’ın, esasında sigaradan caydırmak amaçlı hazırlanan ama tam aksi iş gören web sitesine danışmakta fayda var: http://tobacco.stanford.edu/tobacco_main/index.php
Şahsen, benim favorim, Murad’ın, yani Anargyros şirketinin, kadınlı erkekli ağızlarda sigarayla sigaranın etrafında dans eden insanları resmeden posteri, Dionysosçu bir sigara şenliği; yukarıda bu postanın başlığında görebilirsiniz. Öyle ki, bastırıp eve bile asabilirim, sadece sigara alışkanlığımı körüklemesinden korkuyorum.
Osmanlı’nın tütün ihraciyle ilgili ekon-pol kaynak arıyorsanız, Şevket Pamuk’tan başlamakta fayda var: Pamuk, Şevket; “The Ottoman Empire and European Capitalism, 1820–1913”; CUP, 1987; pp: 51-4. Reji idaresini, tütün ihracatındaki talebin inelastisitesini, dünyada bu tütünün önemli bir rol oynadığını vesaireyi anlatıyor. Oradan devamı gelir zaten; bir sürü yerel çalışma var, Osmanlı’nın 19. yüzyıl tütün üretimiyle ilgili, aramaya inanın.
Sotirios Anargyros ise denizcilikten, New York’ta tütün işçiliğine uzanan maceralı hayatında, ailesi olmayan patronunun kendisini mirasçı göstermesi sayesinde (acaba, denizcilerin hikâyelerine güven olmaz tabii) patronluğa adımını atar. 1911 yılında şirketini Lorillard’a satar. Lorillard, hâlâ varlığını sürdürmekte, hattâ, en son, Blu marka e-sigaraları satın alan, ama özellikle 1960’larda önemli bir firma olan Lorillard’a (Newport’la, bütün siyahlara mentollü sigara alışkanlığını benimseten şirkete) satar şirketini. Belki -muhtemelen, herhalde, ama elimde buna dair bir kanıt yok- Osmanlı limanlarından, özellikle İzmir’den, yollayabildiği tütün azalır, ticari acentelerine devlet el koyar, savaş sırasında öldürülürler. Bunları bilemiyoruz. Ancak, İzmir’in epeyi önemli bir erken Cumhuriyet zenginliğini tütün ticaretine borçlu olduğunu biliyoruz.
Anargyros’un, şirketini sattığı yılki cirosunu olmasa bile, 1926 yılındaki cirosunu Lorillard’ın kayıtlarından bulmak mümkün. (http://legacy.library.ucsf.edu/tid/ekq58c00) Bugünün parasıyla, 200 milyon dolarlık yıllık cirosu, 26 milyon dolarlık kârı, 13 milyon dolarlık da reklam bütçesi olan bir şirketten bahsediyoruz. Sigara tekelinin bölünmesinden sonraki bu rakamlar bile yaptığı bu servetin, Attika’nın Spetsos adasından gelen bir göçmen işçi için hiç de fena bir rakam olmasa gerektiğini söylüyor. Öyle ki, 1902-1912 arası, kendi adına, Yunanistan’da Pire limanına kayıtlı bir gemi bile almayı başarmış: http://www.wrecksite.eu/wreck.aspx?143657(Geminin satış tarihi, şirketin de satış tarihiyle örtüştüğü için, ne işe yaradığını gösterebilir.)
Arada tabii, sanırım şirketini satmasını hazmedemeyen akrabalar, en azından bir başka Anargyros, yeni ve aynı ismi, farklı ama benzer markaları kullanan kullanan şirketler kurar, mahkemelik olurlar: https://law.resource.org/…/…/gov.uscourts.ca9.01587.b.03.pdf
Her para kazanan göçmen işçinin hayalindekini yapar Anargyros, memleketine döner, 1904 yılında kendine dev bir malikane inşa ettirir. Spetsos adasının yarısını satın adlığı yazılır. 1928 yılında ölür. Belli ki, 1900’lerin başından itibaren, Amerika’da gözü yoktur. Biyografisinde tam bir rönesans insanı olduğu, Venizelos’la dostluğu bulunduğu, eğitim kurumları, oteller, avlanma sahaları açtığı, yarısını satın aldığı çamlık adasının kesilmiş ağaçlarını yeniden diktiği yazıyor. (http://www.spetsesschool.gr/?page_id=804)
Neyse, nereden nereye geldik. Her Camel içtiğimizde, Sotirius Anargyros’la onun reklamcılıktaki dehasını da anmasak olmaz artık.