Strata: İlişkisel Sosyal Bilimler Dergisi 3. Sayı, Kentteki Ufunet, Editörün Takdimi

Strata: İlişkisel Sosyal Bilimler Dergisi’nin “Kentteki Ufunet” başlıklı üçüncü sayısı, çağımızın kriz mekânlarını kentsel hayat ve düşüncedeki çürümeyi arıyor. Lefebvre, Harvey ve Castells’ten ilhamla, kenti neoliberal sıkışma çağında birikimin ve de direnişin mekânı olarak tartışıyor.

Strata: İlişkisel Sosyal Bilimler Dergisi 3. Sayı, Kentteki Ufunet, Editörün Takdimi
Strata 3. sayı kapağı

Strata: İlişkisel Sosyal Bilimler Dergisi – “Kentteki Ufunet” Sayısı Yayında

Giriş

Uzunca bir çalışma döneminden sonra Strata: İlişkisel Sosyal Bilimler Dergisi’nin Kentteki Ufunet başlıklı üçüncü sayısı kitapçılarda ve internet kitap satış sitelerinde yerini aldı.
Editörlüğünü yaptığım bu sayının takdim yazısını ve içindekileri de aşağıda paylaşıyorum.

Ayrıca, derginin sekreteryasından Tolga Ulusoy’un benimle kent sosyolojisinin tarihi ve gidişatı üzerine yaptığı mülakatı da dergide bulabilirsiniz.

Bütün yazarlara teşekkür ediyorum. Derginin kapağı da fevkalâdenin fevkinde olduğu için yayınevi çalışanlarına ayrıca teşekkür borçluyum.

Dergiyi doğrudan kitabevinin web sayfasından alabilirsiniz:
https://www.siyasalkitap.com/strata-iliskisel-sosyal-bilimler-dergisi-sayi-3

Ya da tabii ki, ayrıca şuradan:
https://www.kitapyurdu.com/kitap/strata-iliskisel-sosyal-bilimler-dergisi-sayi3-2020/531578.html&filter_name=strata

Veya şuradan da edinebilirsiniz:
https://www.idefix.com/Kitap/Strata-Dergisi-Sayi-3/Kolektif/Edebiyat/Aylik-Dergi/urunno=0001863209001


Editörün Takdimi

Kentteki Ufunet: Zaman-Mekânsal Sıkışma Çağında Kriz Mekânları

Sinan Tankut Gülhan

Kent, bir yanıyla — devletin Danimarkasındaki — ufunet (Shakespeare, Çeviri: Can Yücel, 1992), diğer yanıyla spektrograftan kaçınan bir hayalet ya da hayaletin ta kendisi olmasa bile onun gezindiği mekânı teşkil etmekte. Kentteki ufunet, bugün artık Büyük Resesyon adını verdiğimiz toplumsal süreçlerin etkisiyle 2008’de bütün aceleci çıplaklığıyla beynelmilel sermaye birikimi süreçlerinde kendini gösterdi. Ancak, sosyal bilimlerin bastırılmış bilincinin neşet ettiği yer olmaktan da vazgeçmedi.

Ufunet, Can Yücel’in alelade bir biçimde kullandığı bir kavram değil. Zira, Shakespeare’in Hamlet’inden bu çok bilindik söz — ihanete uğrayan kralın hayaletinin belirivermesinden sonra bir saray muhafızı tarafından dillendirilen somut durumun soyut tespiti — çoklukla çürümüşlükle karşılanageldi. Oysa, ufunet, çürümenin kendisi değil, bizim onu algılama biçimimize işaret ediyor, çürümenin o mide bulandırıcı kokusunu kastediyor. Kentlerin kendisi çürümüşlükle malul değil; toplumsal ilişkilerin, bilhassa birikim süreçlerinin yeniden ilkel ve vahşi bir birikim güdüsüne indirgenmesinin yarattığı arızî durumdan kaynaklanıyor bu ufunet.

Sosyoloji, pratik varlığını, kendine başlangıç aşamasında bilgisinin nesnesi olarak kenti seçmesine borçlu. Chicago Okulu, bugün varlığı çokça tartışmalı kuramlarını, içinden çıktığı şehri laboratuvarlaştırması sayesinde nesneye yönlendirebildi. Robert E. Park ve diğerlerinin kentteki bozulmayı arayışının müteakip kent ekolojisi çalışmalarına evrimi, 1968 dönemecinde paradigmatik bir kırılmayla sonuçlandı. Bu kırılma anında çubuğun bir yanından, Manuel Castells kente dair münhasıran bir bilimsel nesne tanımlama gayretiyle tutarken, eşzamanlı olarak da Henri Lefebvre, yeni-Hegelcilikle de suçlanacağı bir kentsel/mekânsal bilim kurmak ve devlet (etatik) üretim biçimi adıyla tasvir ettiği dönüşümleri analiz etmeye uğraştı. Bu kentsel mesele diye tanımlayabileceğimiz çubuk iki ucundan öyle bükülürken, David Harvey, ardılları için büyük önem taşıyacak bir ekonomi-politik manevrayla, 1970’lerin başından 1982’de Sermayenin Sınırları’nın yayınlanmasına kadar geçen süreçte, kenti Kapital’in sermaye birikimi ve meta-para-meta döngülerinin bir uzantısı olarak yorumlayacağı ciddi bir çerçeve geliştirdi.

Kısa süren paradigmatik kırılma, 1980’lerin başında meta-kuramsal düzlemde ve akademik alanda geç kapitalizmin kültürel mantığıyla çarpıştı. Siyasal alanda ise bu durum kendini neoliberalizmin muzafferane orta sınıf güzellemeleriyle, sınıf-sonrası ve hatta tarihin sonuna yaptığı çağrıyla gösterdi. Yirminci yüzyılın sonunda, kent üzerine yazın, kır-kent diyalektiğinin dünya çapında aşıldığı ve modern dünya sisteminin bir kere daha dünya-ekonomisinin sınırlarını genişlettiği ve tüketimin, ağların, ilişkilerin, daha doğrusu, zarfın mazrufa galebe çaldığı bir süreci mimledi. Dünya sisteminin merkez ekonomilerinde mortgage krizi adıyla anılan, esasında kentsel-coğrafi-tarihsel bir birikim sıkışmasını oluşturan durum, Türkiye’de etkisini dolaylı ve gecikmeli bir biçimde gösterdi.

Özellikle 2015’ten bu yana, giderek belirginleşen Türkiye’nin büyükşehirlerinde yığılmış konut stoku, toprağa gömülen artı-değerin yeniden biteceğine duyulan büyük irrasyonel inanç, kamusal hayatın AVM’leşmesi, şehirciliğin temel tüketim örüntülerine sarılması, kentsel arazinin finansal spekülasyonun bizâtihi nesnesi olması, orta sınıf kimliğinin mimarî ve şehircilik geleneklerini biteviye imhası, yeniden üretilen ikinci doğanın “doğallaştırılması”, bu sürecin farklı ancak birbiriyle iç içe geçmiş parçalarını oluşturmaktadır.

Bu sayı, farklı veçheleriyle kentten gelen bu kötü kokuyu arıyor. Bir yanıyla bir hayli iyimser, çünkü pencereleri açmaya — ya da pencerelerden ve kapılardan çıkmaya — davet ediyor. Mustafa Kemal Bayırbağ’ın makalesi, tebdil-i mekânı sorgularken zaman-mekânsal sıkışmanın ürettiği süreğen yerinden edilme ve yer değiştirme ritmini vurguluyor. A. Serhat Karaduman, bir meslek olarak şehir planlamanın Türkiye’de toplumsal inşasını işlediği yazısında, Henri Lefebvre’in üçlü mekân okuması ve plancılık pratiklerine getirdiği eleştiri ışığında mesleğin ideolojik inşasını inceliyor.

Orçun Çobangil, mutenalaştırma (soylulaştırma) literatürünü özellikle Sharon Zukin ve Neil Smith ekseninde tartışıyor; yaratıcı sınıfın bu süreçteki mekânsal öncülüğünü analiz ediyor.

Gökmen Özmenteş, flash mob fenomenini müzik teorisi ve Lefebvre’in gündelik hayat kavramı üzerinden tartışarak, sembolik şiddetle ilişkisini irdeliyor.

Semiray Yücebaş ve Mesut Yücebaş, Gaziantep’teki Kamil Ocak Stadyumu üzerinden kentsel hafıza ve kamusal alan ilişkisini inceliyorlar; yıkım sonrası oluşan mekânsal ve söylemsel boşluğu analiz ediyorlar.

Kitap incelemelerinde, Mehmet Hanifi Yanar ve Halil Ecer, Stavros Stavrides’in Müşterek Mekân (çev. Cenk Saraçoğlu) ve Kentsel Heterotopya (çev. Ali Karatay) adlı eserlerini değerlendiriyorlar. Semih Bilgin ise Aksu Akçaoğlu’nun Zarif ve Dinen Makbul kitabını kentsel eşitsizlik perspektifinden inceliyor.

Bu sayının ortak paydası, Henri Lefebvre’in mekânın üretimi üzerine düşünsel müdahalesidir. Lefebvre’in Türkiye yazınına geç girmesi, son on yılda kent üzerine sosyal bilimsel çalışmalara güçlü katkılar sunmasını engellememiştir.

Tolga Ulusoy’la hazırlanan söyleşide, Lefebvre’in müdahalesinin ötesine ve berisine değinilirken, başka türlü bir sosyal bilimin imkânları da tartışılıyor.

Can Yücel’in dediği gibi tabii ki başka türlü bir şey bu mekânsal sosyal bilimden istediğimiz, ama eklemek gerekiyor:

“Bu hâli bu güzeli bu yeşili
İlle de bugünkü kendi hâliyle göstereceğiz diye
Ihlamurlar budamak”
Cansuyu, 1981, s. 167

Kaynakça

Shakespeare, W. (1992). Hamlet (C. Yücel, çev.). İstanbul: Adam Yayınları.
Smith, N. (2005). The New Urban Frontier. Londra, New York: Routledge.
Yücel, C. (1981). Şiir Alayı. İstanbul: YAZKO.