Kurucular da incinir: Durkheim'in erken -ama çok erken- bir eleştirisi
Durkheim hakkında yazdığım bu kitap bölümünde Durkheim’ın 1897’de yayımlanan “Le Suicide” adlı eserini ve bu eserin akademik çevrelerdeki hızlı yankısını inceliyor, aynı zamanda günümüz akademisinin daha yavaş ve izole fikri alışverişlerini karşılaştırıyor.
Ümit Tatlıcan ve Vefa Saygın Öğütle’nin derlediği Emile Durkheim’i Yeniden Okumak kitabına yazdığım bölümde kısa bir parça. Özellikle lisansüstü derslerinde akut bir klasik sosyoloji metni eksikliği var, Emile Durkheim üzerine yazılanlarsa yeni yeni artmaya başladı. Bu kitap o işi üstlenebilir mi göreceğiz, ümitvarım.
Ayrıca, blogda, kitaba girmeyen, Gustavo Tosti adlı polemiksever vatandaşın ilginç bir hikâyesi de var.
Metnin geri kalanı için kitabı buradan temin edebilirsiniz:
1890’ların sonu, Durkheim Le Suicide’i yeni yayınlamış -bizde çevirisi katlanılmaz hâlde olsa da, İntihar ismiyle bilinen sosyolojinin kurucu en önemli metninden bahsediyoruz. 1897’de, Alcan yayınlarından Paris’te çıkmış, 462 sayfalık devasa bir kitap.
Ondokuzuncu yüzyıl metinlerini okuduğunuzda, şunun farkına varmanız pek kolay olacak -tabii, İngilizce ve Fransızca metinleri kast ediyorum. Bugün, Fransızcada yayınlanan bir metnin, İngilizceye çevrilmesi, vasati durumda 15-20 seneden önce gerçekleşmiyor. Tam tersi de daha hızlı gerçekleşmiyor. Belki bunun istisnası Jean-Paul Sartre, ya da Vian’ın deyişiyle Jean-Saul Partre hazretlerinin edindiği ulusaşırı pop-filozofluk mertebesi olabilir. Şimdilerde onun tahtına kurulmaya çalışan Telle-Quelle ekibinden bir şarlatan daha var tabii, ama belli ki onun kitap satışları Sartre’ınkinin yanına yaklaşamıyor.
Velhasıl, dünya, bütün teknolojik alet edevata, bütün hız gösterisine, bütün küçük bir küresel köyde yaşıyoruz, o-la-la sevincine rağmen, çok daha yalıtılmış parçalardan oluşuyor. Avrupalılar birbirlerinin ne yaptıklarından pek haberdar değil, Amerikan akademyasının kıyıcı çarklarından çekiniyorlar, ne var ki kendilerine ondan pek de farkı olmayan bir makale sistemi kurmuşlar.
Nice parlak hoca var, 19. yüzyılda yaşasalardı, iki-hattâ üç ömre yetecek makaleleri, kavramsal çerçeveleri var. Ama beş yılda yeni makale üretmeleri, yeni -ve iki üç sene sonra kimsenin hatırlamayacağı- parlak, ihtişamlı ve kısa vadede işe yarar mekanizmalar kurmaları gerekiyor.
19. yüzyıl böyle değil. Fikirler çok daha kalıcı, ulus-devletin sınırları çok daha geçirgen, tartışmalar çok daha hızlı. 1897’de yayınlanan kitabın 1898’de American Journal of Sociology’de eleştirileri basılıyor bile. Durkheim bu eleştirileri takip ediyor, cevap yazıyor, polemiğe giriyor.
Bir farkı daha var dergilerin, belki bir 10 yıl öncesinde kitap eleştirileri nispeten daha fazla yer tutuyordu, fakat bugün kitap eleştirisi ya daha yolun başındaki doktora öğrencilerinin hafifçe aralanan kapılara pabuçlarını sıkıştırmalarına yarıyor, ya da yaşını başını almış ve artık orijinal makale yazacak ne vakti ne de takati olmayan hocaların ahkam kesmelerini sağlıyor. Oysa, American Journal of Sociology de, L’anneé Sociologique de bastıkları materyalin üçte ikisini kitap eleştirilerine, notlara ve polemiğe ayırıyorlar. Bu geleneğin farklı bir biçimde kalan son takipçisi New Left Review diyebiliriz ki, NLR da hakemli bir yayın değil. Fakat, London Review of Books, NY Review of Books gibi, bizde çok kötü kopyalarına tanık olduğumuz, kitap tanıtımından başka bir şey yapamayan -onda da bir türlü ömür sahibi olamayan- mecraların aksine bir zanaat olarak kitap eleştirisini sürdüren, çok zorlanarak da olsa iki yayın mevcut.
Gustavo Tosti, bilhassa Tarde okuluna yakın, sosyal psikoloji ekolünden gelen, bu nedenle de Durkheimci toplumsalcılığa, birey karşıtlığına bir hayli mesafeli durması beklenebilir bir karakter. Tardecılığın sair biçimlerde yeniden doğmasından pek faydalanabildiğini de söyleyemiz, araştırmalarda ismi Durkheim’le girdiği bu büyük polemikten başka pek de görünür durumda değil.
Tosti, kitap eleştirisi olması gerekirken, orijinal bir makale olarak AJS’nin ilk kısmında yayınlanan metnine, çok ağır bir salvoyla başlıyor:
Even if his attempt be a failure, and result in the demonstration of the inefficiency of his sociological conceptions, it is nevertheless true that his present researches on suicide lead to the most exhaustive exploration ever attempted since Wagner and Morselli of that phenomenon which seems to reflect, in a very typical way, the contrasts that imperil the life of modern societies. Thus, not only from a theoretical point of view,but also as an effective contribution to a scientific ascertainment of facts,the French professor’s recent book commands the greatest interest. s. 464
“Onun girişimi bir başarısızlık olsa ve sosyolojik kavramlarının yetersizliğini gösterse bile, yine de mevcut intihar araştırmalarının Wagner ve Morselli’den bu yana bu olguya yönelik şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı incelemeye yol açtığı doğrudur; bu olgu, modern toplumların hayatını tehlikeye atan çelişkileri çok tipik bir şekilde yansıtıyor gibi görünmektedir. Bu nedenle, yalnızca teorik bir bakış açısından değil, aynı zamanda bilimsel gerçeklerin tespiti açısından da Fransız profesörün son kitabı büyük ilgi uyandırmaktadır.”
Bu kısmı okuduğumda, ellerimle bir Deadpool şaşkınlığına kapıldım. Basitçe şunu diyor Tosti, gayreti takdiri hak etmektedir, kapsam olarak çok geniş bir işi yapmaya çalışıyor, ama bu çabası başarısızlıkla sonuçlansa bile -çünkü sosyolojik kavramları yetersizdir- gene de önemlidir.
Tosti, artık Sosyolojiye Giriş derslerinde aşina olduğumuz biçimde kitabın özetini yaptıktan sonra, sonuca varır:
The individual factors (chiefly, nervous degeneration) do not have any influence on the social rate of suicide. They can only explain why one individual in preference to another should be liable to yield to the pressure of the courant suicidogéne. The cause of the phenomenon goes beyond the individuals (“esten dehors des individus”). s. 472
“Bireysel faktörler (başlıca sinirsel dejenerasyon) intiharın toplumsal oranı üzerinde hiçbir etkiye sahip değildir. Bu faktörler sadece bir bireyin neden bir başkasına tercih edilerek courant suicidogéne’in baskısına boyun eğebileceğini açıklayabilir. Fenomenin nedeni bireylerin ötesine geçer (“esten dehors des individus”).”
Vardığı sonuç doğrudur, bireysel faktörlerin toplumsal intihar oranı üzerinde etkisi yoktur, sadece bize bir bireyin neden intihar akımının tazyikine kapıldığını söyler. Fenomenin, yani intihar olgusunun sebebi bireyin ötesinde bir yerdedir.
Bu noktadan sonra, Tarde’cı eleştiri gelir: Durkheim’in bu kuramı ortaçağ gerçekçiliğinin ontolojik yanılsamasını sosyoloji sahasında kurmaktan başka bir şey değildir, toplumu bir öz, bir aşkın birlik olarak resmetmektir. Tosti ilave eder, Tarde’ın bu yorumunu tamamıyla desteklemesek de, Durkheim’in hatası, “öğelerle” “bütünün” gerçek ilişkisini yanlış anlamasında yatmaktadır.
Toplumsal olgular, kimyasal bileşikler gibidir diye ekler ve bunu Durkheim tamamıyla göz ardı etmektedir: bir bileşik kendisini oluşturan öğelerin özellikleri ve onların birbirleriyle etkileşimlerinin yasalarından ortaya çıkar. Durkheim ürünü ürünle açıklamaktadır, bu hayret verici bir mantık hatasıdır, Durkheim gibi derin bir mantık ustasına yakışmaz. Bu nedenle, Durkheim’in intihar hakkındaki saptamaları yanlıştır.
Bu yanlışı açımlarken, Tosti, egoistik, altruistik ve anomik intiharın üç ayrı nedenden (sırasıyla entegrasyon, aşırı bağlanma ve bireyin tutkuları üzerinde toplumsal kontrolün kalkması) kaynaklandığını iddia edecektir. Oysa diye ekler, Tarde’cı “imitasyon” çok daha açıklayıcı bir kuramdır. (s. 473-5)
Durkheim’in cevabı iki sayı kadar geç kalacaktır. Devamını -tabii biraz daha farklı bir versiyonunu- kitapta okuyabilirsiniz.
Tosti hakkında araştırma yapmaya devam ediyordum bir yandan, hakkında pek bir bilgi elimizde yok. Kongre Kütüphanesini karıştırırken, İtalyan Konsolosluğu’nda Vice-Consul (Konsolos Yardımcısı) bir Gus Dusty buldum. Tarihler birbiriyle tutuyor. New York Journal Pazar Edisyonu, 18 Aralık 1898, sf. 33
BAŞKAN YARDIMCISININ SARHOŞ OLDUĞU ZANNEDİLDİ.
Polis Memuru Walsh Daha Sonra Teşhisinin Kokain Zehirlenmesi Olması Gerektiğini Öğrendi.
Polis Memuru Michael Walsh’ın deneyimli gözünde, adam sarhoştu, hem de çaresizce, bu yüzden kilit altına alınması gerekiyordu. Tutuklu, iyi giyimli bir İtalyan, yarı bilinçli olarak “Gus Dubriy” gibi bir isim mırıldandı ve Walsh’a göre bu isim “Gius Dubri” olmalıydı.
Polis memuru adamı, Cumartesi gecesi Yüz Otuz Altıncı Cadde ile Yedinci Cadde köşesinde saat on bir civarında aldı. Yüz On Yedinci Cadde ve Yirmi Yedinci Cadde’deki karakola götürdü. Orada, adamın hala sarhoş olduğu düşünülerek Manhattan Hastanesi’ne gönderildi. Orada doktor, adamın aslında kokain zehirlenmesi geçirdiğini belirledi. Hasta bilincini tekrar kazandığında, Roma’da bulunan İtalyan Başkan Yardımcısı Gius Gavurri olduğunu söyledi. Adamın kimliği doğrulandığında, Polis Memuru Walsh’ın teşhisi, kokain zehirlenmesi olduğu kesinleşti. Kısa bir süre sonra, İtalyan Konsolosluğu’nun evine, Giovanini Branch’a götürüldü.
Öte yandan, Gustavo Tosti’nin başına gelenler New York’ta dişçiye gitmenin ne kadar tehlikeli olduğunu, hâlâ, iyi bir kanıtı. Çarşamba akşamı, 14 Aralık 1898’de, polis memuru Michael Walsh -bir İrlandalı polis memurundan başka hiçbir şey bizi şaşırtamaz- 136. Sokak’la 7. Cadde’nin kesişiminde sarhoş olduğunu düşündüğü bir adam bulur. Walsh, adamın adının Gust Dusty olduğunu düşünür. Gastavo Tasti -Türkçe telaffuzuyla- tabii ki memur Mike için Gas Dasti olacaktır.
Gus Dusty, tevkif edilir, ama karakolda hepten kötü bir hâle düşünce, polisler bu iyi giyimli beyefendiyi Manhattan Hastanesi’ne naklederler. Hastanede cerrahlar, Tosti’nin kokain zehirlenmesi geçirdiğini söylerler. Kokain dişçi tarafından verilmiştir. Gus Dusty ayıldığında gerçek ismini söyleyebilir, İtalya’nın New York Yardımcı Konsolosu olduğu ortaya çıkar. Memur Walsh için muhtemelen hiç de iyi sonuçlanmamıştır bu durum.
Tosti ise konsolos Giovanni Branchi’nin evine bırakılır.
Aynı Tosti mi, bilmiyorum, ama aynı zamanda iki farklı Tosti olabilir mi? Bilemiyorum. Dişçi hikâyesi ne kadar doğru, Durkheim’in cevabına alınıp Harlem sokaklarında mı geziniyordu Tosti, onu da bilmiyorum.
Sosyolojinin sorunları çok kapsamlı, yeni başlayanlara da bir öğüt olsun, Durkheim bile incindi, herkes incinebilir.