İntihar Sosyolojisi: Türkiye Gerçekten Düşük İntihar Oranına Sahip Bir Ülke mi?

İntihar Sosyolojisi: Türkiye Gerçekten Düşük İntihar Oranına Sahip Bir Ülke mi?

2019’un ikinci yarısında yaşanan trajik toplu intihar -ya da cinayet- vakaları (habercilik diline pek güvenmemekte fayda var), bir kere daha memleketin sosyolojisini göreve çağırdı. İntiharların sosyolojisi pekâlâ olur ve zaten intiharın sosyolojisi bunun tekil bir psikolojik olgunun etkisiyle gerçekleştiğini değil, kendini verili koşullarda ve verili şartlarda tekrarlayan toplumsal bir olgu, conscience collective’in (toplumsal bilincin) bir ürünü olduğunu iddia etmektedir.

Emile Durkheim’in İntihar kitabı, ondokuzuncu yüzyıl sonu sosyolojisinin en etkileyici metni olmakla beraber, aynı zamanda yirminci yüzyıl sosyolojisinin de metodolojik kurucu rehberliğini sağladı.

Durkheim, İntihar‘da çok basit bir işe girişir. Ancak yaptığı sosyolojinin basitliği, soruyu doğru kurmasıyla ilişkilidir: insanlar neden intihar eder, doğru soru değildir. Başlangıç sorusu, nihai nedensellik içermez. Soru basittir: İnsanların intihar etmeleri neyle ilişkilidir?

Yani, hava durumuna göre, yaşadıkları iklime göre, mevsime göre, teknolojik gelişmişliğe göre, cinsiyete göre, medeni duruma göre, dini pratiklere göre, gelir seviyesine göre, eğitim seviyesine göre (gelirle doğrudan bağıntılıdır), psikopatolojik duruma göre intihar oranları nasıl değişir sorusunu sorar.

Bu soruların cevabı zamanına göre de, günümüze göre de bir hayli şaşırtıcıdır. Birinci ve ikinci sınıflara sosyolojik metodu anlatmak için kullandığım temel metin olduğu için de sıkça tekrar ettiğim ve her defasında yanlış cevapları duymaktan sıkılmadığım bir seri soru.

Bunlara, daha sonra Talcott Parsons’ın tam hâlini verdiği biçimiyle, bir bağımlı değişkenle (intihar oranı), bir çok bağımsız değişken (toplumsal cinsiyet, gelir, eğitim, medeni hâl, iklim, mevsim, vs.) arasındaki ilişkinin araştırılması diyoruz; en azından 1940’lardan beri bu şekilde formüle etmek üzerine sosyoloji topluluğunun bir anlaşması mevcut.

İnsanlar, Durkheim’in kullandığı veriseti 19. yüzyıl Avrupası’ndan olduğu için, 1800’lerin son çeyreğindeki toplumlarda yaşayan insanlar arasında oransal olarak intihar rakamları kış aylarında değil, bahardan yaza yaklaşıldığı zaman artar.

Aşağıda kullandığı tablodan da görebileceğiniz -intihar sayılarından oluşan- yıllık istatistiklerde, 1848 Büyük Avrupa Devrimi’nin etkisini her yerde görmek olasıdır. Durkheim, bu toplumsal olaya açıkça değinmez, zira, Fransa dışında her yerde ancien regime‘in iktidara dönüşüyle sonuçlanan bu başarısız devrim daha hâlâ rahatlıkla tartışılabilen bir mesele değildir. Fransa açısından ise III. Napolyon’un ve II. İmparatorluk’un sonunu getiren 1860’ların sonundaki büyük iktisadi kriz açıkça görülebilmektedir. Napolyon’un Baron Haussmann eliyle Paris’te giriştiği gayrimenkul spekülasyonu Prusya’ya karşı girişilecek kısa ve zafer dolu savaşa yol açtı, sonucundaysa, II. İmparatorluk yıkıldı ve çağdaş Almanya kuruldu.

Durkheim’in İstatistikleri, orijinal baskıdan, Le Suicide, s. 9.

Öte yandan, insanlar, hakikaten beni bu güzel havalar mahvetti demektedirler. Ocak-Şubat aylarında intihar vakaları dibi görür.

Akdeniz kıyılarıyla Baltık kıyıları arasında bir fark vardır, ancak bu farkın benzeri, Akdeniz İtalyasıyla Alpler İtalyası arasında da mevcuttur, ya da daha keskini Güney Almanya ile Baltık kıyısı Almanya arasında bulunmaktadır. Demek ki, coğrafi koşullar doğrudan bir etken değildir.

Kadınlar ve erkeklerin intihar oranları arasında açık bir fark vardır. Bu meseleye birazdan değineceğim, günümüzde bu fark daha da çarpıcı bir hâl almıştır. Erkekler intihara daha meyillidir. Ancak, her toplumsal gruptaki her kadın erkek ayrımı benzer değildir.

Burada iki enteresan ayrımı çok elverişli bir biçimde kullanır Durkheim, kadınlar, psikolojik rahatsızlıklardan erkeklere kıyasla çok daha fazla mustariptirler [19. yüzyıl tıbbının hemen hemen tamamıyla kadınları kurumlara kapatıp onlar üzerinde tuhaf deneyler yapmış olması bu noktayı haklı çıkarmaz ve esasında çok acıklıdır] ancak oransal olarak çok daha azı intihar eder.

Bu, esasında Le Bonculara verilen ve intiharın bir psikopatolojinin kopyalanarak yayılması olduğu yönündeki psikolojik sahte-sosyolojiye; yani, psikolojizme, verilen bir cevaptır. Kabaca, kadınlar ruh hastalıklarından daha fazla etkileniyorlarsa ve intihar psikolojik bir sorunsa neden kadınlar daha fazla intihar etmemektedir sorusunu sorar Durkheim.

Pekiyi ya evlilik? Boşanmış/eşini kaybetmiş erkekler bekar erkeklerden, bekar erkekler de evlilerden daha fazla intihar etmektedirler. O hâlde, intihar toplumsal bir entegrasyon meselesidir. Yanlış hatırlamıyorsam, boşanmış/eşini kaybetmiş kadınlar bekar kadınlardan daha az intihar etmektedirler, hattâ, evli kadınlardan bile daha az [mıydı, emin değilim, daha sonra bakacağım] intihar etmektedirler. Bu nedenle evlilik kadınları topluma erkekleri olduğundan daha az bağlamaktadır. Bu 19. yüzyılda eşinden kurtulan kadın daha mutludur demenin bir yolu mudur?

Zenginler yoksullardan daha fazla intihar ederler, Protestanlar Katoliklerden, Katolikler de Yahudilerden daha fazla intihar ederler.

Okumuşlar çiftçilerden, boşanmış veya ayrılmış olanlar evlilerden, zenginler yoksullardan daha fazla intihar ederler. Durkheim, bu intihar sabitine, suicidogenic current -le courant suicidogene -intiharsal akım/dalga adını verir. İntihar, toplumsal bir akımdır, farklı grupları farklı oranlarda etkiler.

Öyleyse, intihar, toplumsal bir kohezyon -birlik, beraberlik, kaynaşmışlık- ve toplumsal regülasyon -sistem, düzen, kanun, kural, normlar- sorunudur. İki aksta ilerler Durkheim: entegrasyon ve regülasyon. Aşırı entegrasyon, Türkçe’ye elcil intihar diye çevrilen altruistik -diğerkâmcı- intihara yol açar, toplum için kişi kendini feda eder. Çağdaş toplumlarda bunu orduda görmekteyiz diye ekler Durkheim.

Tabii, bütün sosyolojiye giriş kitapları, bininci elden aktarılmış Durkheim sosyolojisine giriş metinleri, birinci ve ikinci sınıflarda, Durkheim’in dört sosyolojik intihar tipi tanımladığını iddia eder. Bütün yarı-doğrular gibi tehlikeli bir yarı-doğrudur bu, çünkü, Durkheim’in kitabında egoistik, altruistik ve anomik intiharların ayrı ayrı ele alındığı -hattâ egoistik intiharın iki ayrı bölümde ele alındığı- görülebilirken, fatalistik intihar (beynelmilel ezberde dördüncü tip) ancak anomik intihar bölümünün sonundaki bir dipnotta -artık geçerliliği kalmamış- bir kategorik tip olarak anılır.

Sosyolojik Bir Model: Kohezyon vs. Regülasyon

Kısaca açıklayacak olursak, toplumsal birliktelik (yani kohezyon) arttıkça, altruistik intihar gözlemlenebilirken, azaldıkça egoistik intihar gözlemlenebilir. Altruistik intiharla egoistik intihar sosyolojik nedensellik açısından zıt kutuplarda yer alır.

Kitapta uzun uzadıya Hindistan’da eşlerinin ölümünün ardından intihar eden kadınları, Roma dönemi kölelerini altruistik intiharın örnekleri olarak aktarır Durkheim -kitabın sıkıntılı çözümlemelerinden birisidir tabii bu kısım.

Toplumsal kontrolün/regülasyonun arttığında ise fatalistik intiharların arttığını görürüz. Durkheim buna yegâne örnek olarak çocuğu olmayan genç evli erkek ve kadınları gösterir. Anomik intihar ise toplumsal kontrolün azaldığı durumlarda ortaya çıkar.

Ekonomik krizler, devrimci alt-üst oluşlar, rejim değişiklikleri, yani 19. yüzyıl Avrupası’nın bol bol yaşadığı envai çeşit regülasyon ritmindeki farklılaşma kendini anomi olarak gösterir. Türkçe’de anomi’nin kökünü oluşturan nomos ile namus’un bir yakınlığı var. Nomos, yasa olarak çevrilmiş olsa da, dünyayı yorumlama biçiminin ta kendisidir.

Kabaca, Durkheim’e göre toplumsal olgunun altında yatan sebeplerle sonuçları aşağıdaki gibi özetlenebilir. Regülasyon ve kohezyon ilişkisini daha ayrıntılı ele alan sonradan gelen çalışmaların olduğunu da unutmayalım.

Türkiye’de İntihar Oranları

Gelelim Türkiye’ye. Burada, her zaman sosyolojik araştırmalarda karşımıza çıkan bir sorun daha beliriyor. Türkiye’de kaç kişinin kendini öldürdüğüne dair güvenilir bir bilgi yok.

İki veri var, birincisi WHO’nun, Dünya Sağlık Örgütü’nün rakamları, Türkiye, 100bin kişi başına 7.3 intihar nedeniyle ölüm vakasının gözlemlendiği bir ülke. Aşağıdaki tabloda görebilirsiniz, 2016 istatistikleri bu yönde.

Gene bu tablodan görebileceğiniz üzere, bizim kamuoyunun kanaatinin aksine, İskandinav ülkeleri intihar rekorları kırmıyor, Rusya ve eski Sovyet bloğu ülkeleri, Durkheim’in anomi savını tekrarlarcasına bütün dünyada en ön sırayı alıyor.

Ne var ki, TÜİK’in intihar istatistikleri, WHO’yla uyuşmuyor ve neredeyse yarısı kadar bir sonuç veriyor. Aklıma gelen tek sebep, TÜİK’in adli makamlardan, WHO’nun da Sağlık Bakanlığı’ndan bu verileri derlediği yolunda, bu konuda da bir makaleye rastladım.

2002’den bu yana, TÜİK’in rakamlarını kabul edersek, 50bin kişi Türkiye’de hayatına son vermiş. 2002 ve 2003’ün hemen evvelindeki 2001 krizi nedeniyle bir patlama dönemi olduğunu, en azından bir çalışmaya göre bu dönemde intiharların iki katı arttığını göz önünde bulunduralım.

Yıl Erkek Kadın Toplam
200213929092301
2003157411312705
2004168110262707
200517409632703
2006178210472829
200718089852793
200819248922816
200921117872898
201020738602933
201118768012677
201223779103287
201323828703252
201423528173169
201523588883246
201624267673193
201724457233168
201823917703161
Toplam346921514649838
Türkiye’de İntiharlar: 2002-2018 Kaynak: TÜİK İntihar İstatistikleri

Rakamların en garip yanı, WHO istatistiklerinde de görülen, Türkiye’de kadın ve erkek intihar rakamlarının arasının çok açılmış olduğu. 2002’de her intihar eden kadına karşılık, 1.4 erkek intiharla hayatına son vermişken, 2018’de neredeyse her kadına karşılık 3.5 erkek intihar ederek hayatına son vermiş durumda.

TÜİK rakamları da WHO rakamları da, bir yanıyla, 19. yüzyıl Durkheim rakamlarıyla, mesela Britanya’daki intihar oranlarıyla da birebir örtüşüyor. TÜİK haklıysa, 19. yüzyıl sonu İtalyası’na benzer, WHO haklıysa, İngiltere’ye benzer bir rakamla karşı karşıyayız. Bu arada, WHO rakamlarına göre, Britanya’daki erkek intihar rakamlarıyla Türkiye’dekiler birbirinin aynı.

TÜİK rakamlarının bir diğer sorunu, bazı intihar nedenlerinin son derece arkaik ve öznel olması, ayrıca, rakamların arasında akıl almaz yıllık oynamaların bulunması. Öğrenim başarısızlığı kayıtlarda neredeyse bir sorun olmaktan çıkmış, bu bir sonuç mu yoksa kayıtlarla ilgili bir sorun mu? Bilinmeyen kategorisi ise zaten hep en büyük kategoriyi oluşturmuş.

Yıl Aile Geçimsizliği Bilinmeyen Diğer Geçim Zorluğu Hastalık Hissi İlişki Ve İstediği İle Evlenememe Öğrenim Başarısızlığı Ticari Başarısızlık Toplam
2002493 16832789523988912301
20035802143851018266951472705
200442912832119448216969602707
2005363117519622547417631632703
2006373137910721551215433562829
200740812345926358116127602793
20083821032139289648173341192816
2009266135117631855912315902898
2010296135419527359513622622933
2011252124822221551914615602677
2012259175424225056013619673287
2013302175926122152210916623252
20142751725220256549968403169
201525715846629895572683246
2016126197139274680841273193
2017128135271023265186363168
2018129115586124667786163161
Toplam53182135638964481108772412494100449838
Kaynak: TÜİK

İntihar yöntemlerinde ise asarak intihar hâlâ en baskın yöntemi oluşturmaya devam ediyor. Durkheim’in kitabında, teknolojik gelişimin intihar yöntemleriyle ilişkisine dair bir kısım vardır, trenin ortaya çıkmasıyla yeni biçimler gelişmiştir diye ekler. Türkiye’de ise, neyse ki son on yedi yılda bu tarz intihar biçimleri azalırken, belirgin bir biçimde ateşli silah kullanımı oranı artmış. Kadınlar içinse, yüksekten atlayarak intihar etmek ikinci sırada yer alıyor, ateşli silah kullanarak intihar etmek kadar ağırlıklı.

Yıl AsarakAteşli Silah KullanarakDiğerDoğalgaz, Tüpgaz Vb. KullanarakKendini YakarakKesici Bir Alet KullanarakKimyevi Madde KullanarakSuya AtlayarakTren Veya Başka Motorlu Bir Araç Altına AtlayarakYüksekten AtlayarakGrand Total
200210224172612164446139202442301
200312455603212193947764172402705
20041194628286214643762242612707
20051200656166185141853232622703
20061283667281494844465172542829
20071325679361163941151192162793
2008139275449764227753192172816
2009155776053673016753122532898
20101528693671393520467173002933
20111391698741462614244122702677
201216418381771114421646083323287
2013163285812114192819471113043252
201414918161565137018964133523169
201515288736514115620864144133246
2016149588011120203917457173803193
2017149299011059471563573173168
201815228701561511371353383743161
Grand Total239381263713051852147194658935258498949838

Maalesef, intiharın sosyolojisine dair Türkiye’de pek araştırma yok. Durkheim’i takip eden hemen bütün çalışmalar tıpçılar tarafından yapılmış. Onlardan birincisi, şu araştırma: Asirdizer, M., Sunay Yavuz, M., Aydin, D., & Gokhan Dizdar, M. (2010). Suicides in Turkey Between 1996 and 2005 General Perspective. https://doi.org/10.1097/PAF.0b013e3181cfc658 Burada bahsettiğim TÜİK verisini kullanmışlar. 2002’den öncesini de gösterdiği için önemli. İki noktayı daha vurgular aşağıda kullandıkları veri: birincisi, kadın ve erkekler arasında çok büyük bir fark ortaya çıkmış. İkincisi, 2000’le 2005 arasında, özellikle erkeklerde, oransal olarak neredeyse %50’lik çok ciddi bir artış var. Bu artış daha sonra azalma eğilimine girmiş.

Asirdizer, et. al. 2010, s. 139.

Başka ilginç bir meseleyse, kadınların intihar teşebbüsünün oransal ve rakamsal olarak erkeklerden daha fazla olduğu, ancak erkeklerin teşebbüsünün çok daha yüksek oranda ölümle sonuçlandığı yönünde. Bunun için ta ellilerden gelen şu sosyolojik incelemeye bakabilirsiniz: Schmid, C. F., & Van Arsdol, M. D. (1955). Completed and Attempted Suicides: A Comparative Analysis. In Source: American Sociological Review (Vol. 20)

Kanada Psikiyatri Dergisi’nin yanısıra bir dizi başka yerde yayımlanan şu araştırmaysa Türkiye’ye dair, yukarıdaki rakamlar konusunda soru işaretleri oluşturan bir araştırma: Sayil, I., & Devrimci-Ozguven, H. (2002). Suicide and suicide attempts in Ankara in 1998: results of the WHO/EURO Multicentre Study of Suicidal Behaviour. Crisis. https://doi.org/10.1027//0227-5910.23.1.11

1998 1 Ocak ve 2001 31 Aralık arasında, Ankara’nın Mamak ilçesindeki hastanelerde araştırma yapan Sayıl ve Devrimci-Özgüven’in bulguları, bu dört yılda 737 intihar teşebbüsünün gerçekleştiği (514’ü kadın, 223’ü erkek), bunun da araştırma yapılan alanda 100binde 46.89 erkekler için, 100binde 112.89 kadınlar için gibi çok ama çok yüksek bir oran olduğudur. Sadece 1998’le, araştırmanın başladığı yıl, 2001 arasında bulgular %93.59 artmıştır.

Maalesef, bu araştırmanın devamı niteliğinde araştırmaya rastlamadım. Sadece yarısı bile olsa, Türkiye’nin çok ciddi bir sorunu olduğunu gösteriyor. 2001 yılındaki ekonomik krizin tahribatının etkilerini de, belki bir Rusya seviyesinde olmasa bile, apaçık gösteren bir çalışma.

Ankara’nın o zamanlar alt sınıf yerleşimi olan Mamak ilçesindeki bu rakamlar, içinde sosyo-ekonomik statü etkilerini barındırıyor mu? İyi bir örneklem teşkil ediyor mu? Bilemiyorum. Sosyologların, olmazsa, psikiyatristlerin cevaplaması gereken sorular bunlar. Ve çok önemli sorular. Her hâlükârda, son on yedi senede gerçekleşen intihardan ölümler, son on yılda trafik kazasından ölümlerle aynı sayıda. Buna rağmen, sonuçlar ve travmasıyla bu kadar insanın hayatını etkileyen bireysel ve toplumsal bir sorun kamuoyunun tasavvurunda trafik kazalarının onda biri kadar yer bulamıyor. Durkheim’in toplumsal meseleleri birer olgu olarak, gerçek şeyler olarak ele alma çağrısı hâlâ olduğu yerde duruyor. Bizse onu bir öcü olarak nitelendiriyor, gündelik söylem dizgesi içinde kriminalize edip, gerçekliğinin koşullarını çalışmak yerine yadsımayı tercih ediyoruz.

Sonuç Yerine

Durkheim’in bulgusu ve kanıtladığı iddiası, intiharın toplumsal bir olgu olduğu. Ancak, bu toplumsal olgunun psikolojik sebepleri olduğunu inkâr etmez. Son yüzyıldaki araştırmalar da bunu gösterdi.

O nedenle, lütfen, bireysel sorunların sosyolojik nedenlerini bulmanın, o bireysel sorunların psikiyatristler ve psikologların yapabileceğinden daha iyi çözümlerini getirebileceğini düşünmeyin. Bireysel düzlemde, intihar düşüncesi bir sağlık sorunudur.

Zira, sosyoloji, toplumsallık ve karar vericilerin uygulayacağı siyasa kümesinin bir derlemesinden sonra etki sahibi olabilecek bir bilim alanı. Çoğu sosyologun ifade etmediği, bireysel çözümler konusunda sosyolojinin çok da elverişli bir alan olmadığıdır.

Nasıl, hazır gıda tüketimi ve beyaz yakalı ofis hayatı yüksek tansiyon, kolesterol, kalp rahatsızlıklarına neden oluyor diye kalp doktoruna gitmekten vazgeçmiyorsak bildiğimiz şeyin neden gerçekleştiğini bilmemiz, yani, sosyolojik bir açıklama getirebilmek, farklı soyutlama seviyelerindeki gerçekliklerin etkilerini değiştirmiyor. Yani, beyaz yakalının derdini sosyolog çözemez.

Bu da didaktik sonucumuz olsun.