Apaçık Radyo'da Yeni Kent Sosyolojisinin Yükselişi ve Çöküşü

Kent hakkı, kentin finansallaşmasına karşı çıkmak, insanların barınma hakkına, yeşil, yürünebilir, güvenli ve herkesin erişebileceği mekânlara sahip çıkmasıyla doğrudan ilintilidir - Sinan Tankut Gülhan, Apaçık Radyo’da Yeni Kent Sosyolojisi’nin yükseliş ve çöküşünü anlatıyor.

Apaçık Radyo'da Yeni Kent Sosyolojisinin Yükselişi ve Çöküşü
A Gemini generated faithful image of my book depicting some notes and planning sketches.

Geçtiğimiz günlerde Dr. Ayşe Berna Uçarol'un yapımcılığını yaptığı Gündelik Hayatın Sosyolojisi podcastine davetliydim. Dilim döndüğünce kitapta ne yapmaya çalıştığımı anlattım. Umarım eksik kalan kısımları tamamlayabilmişimdir.
Aşağıda çok hızlı bir biçimde Gemini'yın Pixel'de yaptığı transkripsiyonu bulabilirsiniz, ufak tefek bazı hataları var. Ben dinleyemediğim için mutlaka eksik veya kısıtlı da olsa yazılı metin arıyorum, benim gibi düşünenler -olanlar- için de buraya ekledim.

Sorularınız ve sualleriniz için buradan iletişime geçebilirsiniz.

Ayşe Berna Uçarol: Açık Radyo'nun 62. yayın döneminin ilk programından merhabalar. Yayın konuğumuz akademisyen, sosyolog Sinan Tankut Gülhan. Bugün kendisiyle kent sosyolojisi ekseninde bir sohbet gerçekleştiriyoruz. Sohbete başlamadan önce kısaca konuğumu takdim etmek istiyorum. Doçent Doktor Gülhan, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden mezun olduktan sonra SUNY Binghamton'ın Sosyoloji Bölümü'nden yüksek lisans ve 2014 yılında da doktora derecesini almıştır. Çeşitli kamu ve vakıf üniversitelerinde dersler vermiş, 2023'ten bu yana da Polonya'nın Zielona Góra Üniversitesi'nde mesleki hayatını sürdürmektedir. Temel çalışma alanları kent sosyolojisi, kentleşme süreçleri ve eleştirel kent teorisidir. Yayınımıza hoş geldiniz.

Sinan Tankut Gülhan: Merhabalar, hoş bulduk. Davet ettiğiniz için çok teşekkürler.

Ayşe Berna Uçarol: Rica ederiz. Dilerseniz hemen bir ilk soruyla sohbete geçelim. Bugün aslında sizinle Temmuz 2025'te Nika yayınevinden çıkmış olan Yeni Kent Sosyolojisinin yükselişi ve çöküşü başlıklı eserinizin temel argümanlarını konuşmak için bir araya gelmiş bulunuyoruz. Kitabınızın kitabı hangi saiklerle kaleme aldınız? Bununla başlayalım, bu soru sizde. 

Sinan Tankut Gülhan: Bu, başlarken 10-15 sene olması gerekiyor. Türkiye'de sosyoloji bölümlerinde, lisans seviyesinde, yüksek lisans doktora seviyesinde ders verdim ve de ders verdiğim zaman gördüğüm temel bir problem vardı. Literatür, hemen hemen tamamıyla ya çeviri kitaplara dayanıyordu ya da bizim artık sosyoloji açısından çok geride bırakmış olduğumuz paradigmalara dayanan Kent Sosyolojisi çerçevesi çizilmekteydi. Bir de şunu eklemem gerekiyor, çevirilerin de, Türkiye'de yayıncılık sektörünün çok ciddi sorunlarından bir tanesi olan çevirilerin de kalitesi konusunda bazı sıkıntılarım vardı. Bunu, bu boşluğu doldurabilmek için bir metin bir araya getirebilmek ama bunu yaparken de mümkün mertebe herkesin erişebileceği, herkesin kavrayabileceği yani bir ders kitabından ziyade onların kafasında yeni sorular, yeni sualler oluşturabilecek bir şey ortaya çıkartmak istedim. Zaten aşağı yukarı 20 yıldır benim akademik çalışmalarımın da temelini teşkil eden bir alandı Yeni Kent Sosyolojisi. Türkiye'de maalesef çevrildi ama pek yeterli değildi. Özellikle bir kısmı daha yakın kısmı çevrildi ama pek yeterli değildi. O boşluğu doldurabilmek için bu kitabı yazdım.

Ayşe Berna Uçarol: Peki dilerseniz yavaş yavaş kitabınızın argümanlarına doğru bir açılım sağlayalım. Ama ondan önce, bir yurttaş olarak kentte, özellikle de mega kentlerde yaşamak ne anlama geliyor? Kent mekanı yurttaşlara ne gibi olanaklar sağlar? Kısacası, kent mekanı nedir?

Sinan Tankut Gülhan: Kent mekanını üç ayrı çerçeveden, üç ayrı safhada algılayabiliriz.

İlki, bildiğimiz pratik, fiziksel, gündelik hayatın görüngülerinin (fenomenlerinin) yer aldığı mekandır. Metrobüse binerken, sabah trafiğine girdiğimizde, kahvaltı yapmak için simitçiden simidimizi aldığımızda bu mekanı deneyimleriz. İçinde yaşadığımız konutlar, yollar, otoyollar; bunların hepsi gündelik pratiğimizin bir parçasıdır. Bu, birliktelik halinin birinci safhası.

İkinci safhada, bu gündelik hayatta deneyimlediğimiz kentsel hayatın bilgisine dair sembolizm devreye giriyor. Bu, bizim kendi ürettiğimiz bir sembolizm değil; temel olarak reklamcıların, gündelik hayatın dilini ve tezahürlerini ortaya çıkartanların alanıdır. Billboardlar, televizyon ekranları, artık Instagram 'story'leri, TikTok ve YouTube videoları... Bunların hepsi bir araya gelerek bize kente dair nasıl bir imgelem, nasıl bir hayal gücü, nasıl bir tahayyül kurmamız gerektiğini söyler. Burası zannettiğimiz kadar özgürleştirici bir yer değil. Hepimizin kentin nasıl olması gerektiğine dair belirli bir algısı var ve bunun ötesine geçmek pek mümkün olmuyor.

Burada, kent sosyolojisi içinde kitapta da kısaca değindiğim iki önemli mesele var. Birincisi, biz kenti kolektif olarak deneyimler ve kentin sunduklarını kolektif olarak tüketiriz. İkincisi ise bu kolektif tüketimin bir parçası olan kent deneyimi, bize bir hak olarak ortaya çıkar. Yani her birimizin kamusal alan olan kentte hakkı vardır. Bu hak, gündelik ahlaktan, birbirine zarar vermemekten başlar; kolektif olarak hep beraber daha iyi, daha özgür, daha eşit ve daha konforlu yaşama fırsatı anlamına gelir.

Tabii ki bunun bir de ötesi var; buna "üçüncü mekan" deniliyor. 1960'lı, 70'li yıllara kadar kent sosyolojisi, bu ikili deneyim üzerine, yani fiziksel mekan ve sembolik mekan üzerine tasarlanmıştı. Kent nedir, kentli nerede yaşar, kentsel tasarım nasıl olmalıdır gibi soruların ötesine ancak 1968'den sonra geçebildik. O yıllarda "üçüncü mekan" kavramı, yani kente dair artık bizim kendi tasarımımız, onu nasıl algıladığımız ve kavradığımız fikri ortaya çıktı.

Ayşe Berna Uçarol: Peki, tarihlerden referans verdiniz ama kent sosyolojisi nerede ve nasıl doğmuştur? Bu soruyu kısaca yanıtlarsanız dinleyicilerimiz için de oldukça ufuk açıcı olacaktır.

Sinan Tankut Gülhan: Tabii ki. Sosyoloji Avrupa'da başlamış olmasına rağmen, bir akademik disiplin olarak esas varlığını Amerika Birleşik Devletleri'nde, özellikle de Chicago Üniversitesi'nde göstermiştir. 1890'ların sonunda Albion Small öncülüğünde bir araya gelen bir grup, lisans diploması veren gerçek bir sosyoloji bölümü kuruyor. Bu bölüm, temellerini Avrupa'dan almakla beraber, adını koyarken bunu "Amerikalılaştırıyor" ve Chicago kentini bir laboratuvar olarak görüyor.

1945'e kadar Chicago, Amerika'nın en hızlı gelişen, en hızlı kalkınan alanıydı ve devasa bir göç alıyordu. Sadece Amerika içinden değil –Güney'deki ırkçı baskılardan kaçan siyahlar 1870'lerden sonra Chicago'ya geliyordu– aynı zamanda Polonya gibi Avrupa ülkelerinden de yüz binlerce insan Chicago'ya akın ediyordu. Bu nedenle Albion Small, Robert Park, W. I. Thomas gibi önemli kurucu figürler, sanayinin ve işçi sınıfının oluşum sürecinde Chicago'yu bir laboratuvar olarak görerek kent sosyolojisini başlattılar.

Chicago özel bir üniversite olduğu için öğrencileri çekmek adına onlara "Önünüzde devasa bir laboratuvar var," vaadinde bulunuyordu. Ancak bu laboratuvarı çok ham bir pozitivizmle, abartılı bir bilimcilikle (scientism) ve hatta ham bir sosyal Darwincilikle kurguluyorlardı. 1920'ler boyunca yaptıkları çalışmalar göz kamaştırıcıydı. Mafyayı, çeteleri, dans salonlarını çalıştılar ve her biri bugün klasik kabul edilen bir dizi kitap yayınladılar. Mesela bu çalışmaları, Türkiye'de Özlem N. Özkaplan'ın pavyonlar üzerine yaptığı çalışmayla karşılaştırabiliriz; gündelik hayatın nasıl kurulduğunu ve kırılma noktalarında nasıl ortaya çıktığını anlamaya çalışıyorlardı.

Ayşe Berna Uçarol: Bu kitaplardan bahsetmişken, bizi bu alandaki tarihsel dönüm noktalarına götürebilir misiniz?

Sinan Tankut Gülhan: Kitapta da anlatmaya çalıştığım gibi, 1945'te II. Dünya Savaşı'nın sonuyla beraber, sosyal Darwinciliğe ve öjenizme benzeyen her şey tasfiye edildi. Kent sosyolojisinin, bilhassa sosyolojinin içerisinde tuttuğu o büyük nitel araştırma geleneği de yerini kantitatif (nicel) ve istatistiki çalışmalara bıraktı. 1945'ten 1968'e kadar hayli nicel, pozitivist ve bürokratik bir sosyoloji anlayışı egemen oldu.

Bu sosyoloji, 1960'larda öğrenci ve gençlik hareketleri güç kazanana kadar etkindi. Benim kitapta değinmeye çalıştığım eleştirel kent sosyolojisinin 1968'de aldığı isim ise "Yeni Kent Sosyolojisi"ydi. Peki, "Eski Kent Sosyolojisi" hangisiydi? O da Chicago Okulu'ydu. Bu isimlendirmeyi Yeni Kent Sosyolojisi'nin kurucu ismi olan Manuel Castells bilinçli olarak yaptı. Kendisi, hem Fransız sosyolojisinin önemli ismi Henri Lefebvre'in hem de Fransız felsefesinin önemli ismi Louis Althusser'in öğrencisiydi.

Castells, İspanya'da Franco baskısından kaçarak Fransa'ya yerleşmiş bir entelektüeldir. Onun yaptığı şey, kent sosyolojisinin "ideoloji"nin ötesine geçemediğini göstermekti. İdeolojiyi kabaca şöyle anlayabiliriz: Kır-kent diyalektiği gibi, aslında gerçek olmayan ama belirli sahiplerle ideolojik olarak inşa edilen yanılsamalar vardır. "Kentliler" ve "köylüler" arasında varsayılan çatışma, kentliliği aşkın bir mertebe olarak sunar. İşte bu tam olarak ideolojidir. Castells, kent sosyolojisinin bu tuzağa düştüğünü, kente kendinde olmayan şeyler atfettiğini iddia ederek Eski Kent Sosyolojisi'ni temellerinden eleştirdi ve reddetti. Bu reddediş üzerine de "Yeni Kent Sosyolojisi" alanı ortaya çıktı.

Ayşe Berna Uçarol: Peki, Yeni Kent Sosyolojisi'nin çöküşüne geçmeden önce, kitabınızda da yer alan David Harvey'nin eleştirel kent sosyolojisi perspektifinden de kısaca bahsedebilir misiniz?

Sinan Tankut Gülhan: Tabii ki. David Harvey ilginç bir karakterdir. 1968'de Paris isyanları sırasında Paris'te yaşamasına rağmen olaylara hiç karışmaz. Hatta 1969'da yayınladığı Explanation in Geography (Coğrafyada Açıklama) adlı kitabı son derece kantitatif ve nicel bir yaklaşıma sahiptir. Zaten kendisinin 60'lar boyunca mekansal ekonometri gibi aşırı kantitatif alanlarda çok üretken makaleleri vardır.

Ancak Harvey, 1970'lerin başında Johns Hopkins Üniversitesi için Baltimore'a gittiğinde her şey değişir. Baltimore, siyah işçi hareketinin merkezlerinden biriydi ve Harvey orada gördüğü derin sınıfsal yarılma karşısında şaşkına döner. İngiltere'de orta sınıf bir aileden gelmesine rağmen, Baltimore'daki o devasa uçurumu gördükten sonra, verili kabul ettiği Pareto optimumu gibi temel neoklasik iktisat kuramlarının sorgulanabilir olduğunu düşünür. 1972'den 1982'ye kadar, 10 sene boyunca kendini Marx okumasına verir. Marx'ın Kapital'inin üç cildini, Rosa Luxemburg'un Sermaye Birikimi'ni okuyarak kendi sentezini oluşturur ve 82 yılında The Limits to Capital (Sermayenin Sınırları) kitabını yayınlar. Harvey'nin burada yaptığı şey, Marx'ın bir yerde bıraktığı "sermaye birikiminin kente nasıl yöneldiği ve kentte nasıl gözlemlenebileceği" fikrini ortaya çıkarmaktır. Bu, son derece istisnai ve başarılı bir katkıdır.

Ayşe Berna Uçarol: Peki son beş dakikamıza girerken, Yeni Kent Sosyolojisi nasıl çöktü, bu çöküşün tarihsel anları nelerdi? Akabinde de, sizi bölmemek adına, bu yükseliş ve çöküşü Türkiye bağlamına getirmek istiyorum. Türkiye'de kent sosyolojisinin hangi alanları daha fazla öne çıkıyor?

Sinan Tankut Gülhan: Yeni Kent Sosyolojisi'nin çöküşü, 1968'in kabullerinin gerçekleşmemesiyle son derece ilintilidir. Martin Luther King ve Robert Kennedy suikastları, Nixon'ın beklenmedik zaferi gibi olaylarla birlikte Amerikan şehirleri yanmaya başladı. Özellikle siyahların ayrımcılığa karşı protestoları sertleşti. Eric Hobsbawm'ın dediği gibi, birçoğu yağma ve yıkıma dayanan ama özünde kentlerin finansal mekanizmalara teslim edilmesine karşı bir isyan dalgasıydı bu. Yeni Kent Sosyolojisi, bu isyan dalgasının 80'ler boyunca devam edeceğini tahmin ediyordu. Ancak 1979'da Britanya'da Thatcher ve 80'de ABD'de Reagan ile başlayan neoliberalizmin yükselişiyle, Britanya'nın en güçlü işçi örgütlenmesi olan madenciler sendikasının beklenmedik bir biçimde yenilgiye uğratılmasıyla birlikte Yeni Kent Sosyolojisi de kendi bulunduğu mevziyi terk etti.

Türkiye'ye dönecek olursak, Tanıl Bora'nın derlediği ve benim de naçizane bir makaleyle katkıda bulunduğum, ilk baskısı 2012'de yapılan İnşaat Ya Resulullah kitabından bahsetmek isterim. Bizim başlangıç yerimiz, kentsel ranta dayalı bir birikim süreciydi. Benim 2010'ların başındaki tahminim, bunun bir noktada sanayiye veya finans sermayesine dayalı bir birikime evrileceği yönündeydi. Öyle olmadı; aksine, çok daha güçlenerek devam etti. Bu durum, konutun finansallaşmasını, Türkiye'de konutun tam olarak bir "bankaya" dönüşmesini getirdi. Türkiye şu anda çok yüksek bir enflasyon oranına sahip ve konut, orta sınıf için neredeyse erişilebilir olmaktan çıkmış durumda. Oysaki aynı sıralarda konut satışları Türkiye tarihinde rekor kırıyor. Bu, bana en azından, konutun ve kentin tam anlamıyla bir bankaya dönüştüğünü gösteriyor.

Burada "kent hakkımızı" tekrar hatırlamamız gerekiyor. Kent hakkımız; kentin finansallaşmasına karşı çıkmak, insanların barınma hakkına, yeşil, yürünebilir, güvenli ve herkesin erişebileceği mekanlara sahip çıkmasıyla doğrudan ilintilidir.

Ayşe Berna Uçarol: Aslında son cümlelerinizde kent hayatının çıkmazlarını ve krizlerini aşmanın yollarından da biraz bahsettiniz. Umutlu olmalıyız diyorsunuz...

Sinan Tankut Gülhan: Evet, evet, umutlu olmak zorundayız. Kitapta da onu kurmaya çalıştım. Kitaba Edip Cansever'in bir şiiriyle başlamıştım. Cansever'in kent yaklaşımı en sonunda ümitsizliğe kapılıyor. Turgut Uyar ise ondan bile daha karamsar bir şekilde "bizi terk edip gidiyor" diyor. Ama ümitsiz olmamamız gerekiyor. Daha iyi mekanlar, daha iyi kentler yaratmak hepimizin elinde ve bunu yapabileceğimize inanıyorum.

Ayşe Berna Uçarol: Bir sohbetin daha sonuna gelirken, dinleyicilerimiz sizin kent sosyolojisi ve gündelik hayata dair gözlemlerinizi içeren yazılarınıza "Sosyoloğun Seyir Defteri" blog'unuzdan ulaşabilirler, doğru mudur?

Sinan Tankut Gülhan: Evet, sinantankutgulhan.com üzerinden erişebilirler.

Ayşe Berna Uçarol: Programı bitirirken, bugün "Yeni Kent Sosyolojisinin Yükselişi ve Çöküşü" başlıklı kitabın yazarı olan Sinan Tankut Gülhan'la birlikte kent sosyolojisi üzerine bir sohbet yaptık. Bize katıldığınız için çok çok teşekkürler. Polonya'ya selamlar, umarım orada havalar çok soğuk değildir. Belki ilerleyen zamanlarda Türkiye ve Avrupa üniversiteleri üzerine gözlemlerinizi konuşacağımız bir sohbet daha gerçekleştiririz, neden olmasın?

Sinan Tankut Gülhan: Umarım, tabii ki, kesinlikle. Çok keyif aldım.

Ayşe Berna Uçarol: Bir programı daha bitirirken, bugünkü ve bundan önceki programlarımızı Açık Radyo'nun web sitesi, podcast arşivi ve mobil uygulamasından dinleyebilirsiniz. Hoşça kalın. Dinlediğiniz podcast bir Açık Radyo programıdır.