Açık kaynak yazılımın sosyolojisi

Açık kaynak yazılımın sosyolojisi

Biz büyürken zaman Windows zamanıydı, babamın bürosunda -o zamanlar yazıhane de denirdi- ilk Windows 3.1’i gördüğümü hatırlıyorum, benim evdeki bilgisayarımda, ki 486-dx gibi bir şeydi, DOS vardı. Dünyalar tatlısı DOS, herşey yerli yerindeydi DOS’ta.

2007’de bilgisayar settingim: appledan apartma mouse, Win XP, harici webcam, bin tane kablo.

Windows dünyayı alt üst etti. Rakipsizdi, herkes nefret ederdi Windows’tan. Muhtemelen o nefret hiç geçmedi.

Bugün, Windows azınlıkta, hattâ azınlığın da azınlığında kaldı. On milyonlarca ofis bilgisayarı, nuh çağından kalma laptoplar, pek az sayıda desktop. Zamanın ufarak Linux’u, aman bu da bir şey mi denilen Linux, her yeri fethetti. Kimse farkında değil ama alt üst etti hakikaten her yeri.

IOS ve MacOS Linux temelli, yani bütün Apple ürünleri Linux -aslında Unix- üzerinde kurulu. Android ilk ortaya çıktığında, yamulmuyorsam Windows telefon sisteminin onda biri filandı, Windows kullanan bir el bilgisayarım -Dell Axim- bir de telefonum oldu -Benq-. İğrenç ve çok eğlenceli makinelerdi.

Tux, Linux’un maskotu, ördek ayaklı bir penguen

Android, Linux bazlı, girdiğiniz bütün web siteleri Linux kullanıyor, bankamatikler, son on senede üretilen bütün cep telefonları, muhtemelen sokak lambaları, trafik ışıkları, Mobese gibi kapalı devre kamera sistemlerinin tamamı, gene muhtemelen evinize elektrik gelmesini sağlayan bütün devreler, internete bağlanmanızı sağlayan router’lar, dijitürk kutuları, turksat kutuları, aklınıza ne gelirse.

Son zamanlarda kafamı meşgul eden bir şey var, sol, ya da muhalif hareketler, ya da sosyalizm, tarihsel bütün dönemeçlerde teknik açıdan daha yetenekli, daha kabiliyetliydi. Troçki dizisini izlemediyseniz mutlaka izleyin, trenleri seviyorsanız, lokomotif delisiyseniz zaten seversiniz, ama dizinin uyduruk gerçekliğinde şu aklıma geldi, sosyalizm elektrik dediğinizde -Lenin’in meşhur mektubu- aynı zamanda sosyalizm teknolojidir de diyorsunuz. Gagarin, Laika ve ayın karanlık yüzü.

On-onbeş sene önce, bu nevi teknolojik messiyanizmlere çok tepkiliydim, sanırım haklı gerekçelerim de vardı. Messiyanizme kaçmamak gerek. Öte yandan, belki Jacobin dışında, son otuz senede eli yüzü düzgün bir mecra gelmedi. Jacobin’in de bu kadar başarılı olmasına değil, nasıl olup da tek kalmasına şaşmak gerekir esasında. Librofili, teknolojiyi sosyal medya hesabı açmak zannetmek.

İki-ikibuçuk yıldır github, stack overflow vs. alemlerinde takılıyorum. Üç tane çok tuhaf ve ümit verici durum var:


1. Bir diğerini düşünme hâli, karşılıksız zaman ayırmak, en iyi ihtimalle birkaç saat sürecek bir sorunu karşılık beklemeden çözmeye çalışmak, aklınıza gelebilecek her türlü hata numarasına verilmiş bir cevap bulabilirsiniz github’da, so’da. Bu insanlar bunu neden yapıyor? Bugün, memleketimiz gibi insan canlısı harikulade misafirperver bir yerde çakmak istemeye çekiniyor, yol sormaya utanıyoruz. 
2. Cevapların hemen hepsi sorun odaklı. Belki yarısında bir serzeniş var, ama daha bir kere sen bu işlerden hiç anlamıyorsun, buralara bir daha gelme türlü bir şey görmedim. Ben çok tırsak olduğum için bir şey sorduğum da olmadı -hoş, sormadan da benim soracağım herşeyin sorulmuş olduğunu gördüm, bir iki ufak istisna dışında. En yıpratıcı cevaplar, mesela, şu şu kodun en basit gramerini bilmiyorsun, bu soruyu soracağına ana dökümandan -her kodun ve her kod yığını veya deposunun bir ana dökümanı var- bunları baştan çalış türü cevaplar. Ama bunlar bile çok nazik. Zamanını bu cevaba ayıran ve muhtemelen her biri yıllık 80bin dolardan fazla kazanan insanlar için fazlasıyla nazik. (Elimde veri yok, ama 45bin doların median olduğunu düşünüp, çok geniş bir tahmin yürütüyorum.)
3. Sanırım iki yıl içinde binlerce bu tarz response okudum, politikaya verilen yanıt korkunç. A-politik bile değil, anti-politik bir yaklaşım hakim. Açık kaynak, doğası gereği sosyalist bir eylem. Ama bunun göze sokulması tiksinilen bir durum.

Maalesef, bütün bu saydıklarım konusunda çok az veriye dayalı, abuk-sabuklamalar olmayan yazın var. Belki benim gözümden kaçmıştır, yakınlarda olması itibariyle bir kere daha incelemeyi umuyorum. Ana sorun orada duruyor, bir biçimde homo economicus’un parçası olan veya olmak zorunda kalan insanlar nasıl olup da saatlerini, günlerini, aylarını ve belki yıllarını hiçbir maddi karşılığı olmayan bu emek sürecine ayırıyorlar.

Burada verilebilecek iki cevap var, birincisi, belirli bir tür statünün devşirildiği, ki bu muhtemelen doğru. SO’da yüksek puan alanın maddi bir iktidar da elde edebileceği. Ancak bu o kadar rahat mütekabiliyetini ölçebileceğimiz bir durum değil.

Red Hat logosu, PC Mag 2000’lerde cdsini verirdi, o zaman da komikti.

İkincisi, tabii Red Hat’in 35 milyar dolar ettiği. Fakat o da çok açık bir cevap değil. Bunun bir kısmı acquisitions and merger piyasasıyla ilgili, yani dışarıdan duyan herkese 35 milyar dolar çok korkunç bir rakam gibi geliyor-bana da öyle. (Bilmeyenler için, hemen hemen bütün bankalar ve internet altyapısının ciddi bir kısmı sizin evde kullandığınız Windows 10 yerine, Red Hat’in Fedora isimli Linux sürümünü kullanıyor.)

M&A (Mergers and Acquisitions, bizde pek olmayan bir mefhum, birleşme ve satınalma demek), bu büyüklükte olunca iki şirketin hakikaten birlikteliği demek, kimse kimsenin cebine 35 milyar koymuyor -sadece avukatların cebine para giriyor, hem de bayağı yüksek bir meblağ- geri kalan herkes, bölünmüş hisse senetleriyle ve birleşmiş yeni şirketin hisse ederlerinin ne kadar parlak olacağıyla övünüyor, ya da avunuyor. Bizim gibi kapitalizmin, tuhaf bir ATÜT’ten (Asya Tipi Üretim Tarzı) başka bir şey olmadığı yerlerde bunu anlatamıyorsunuz tabii. Adam parayı kırdı, evet, ama onunla beraber binlerce kişi de zengin oldu, yeni şirketleri zengin olmaya devam ettiği müddetçe, çünkü hemen bütün ödemeleri hisse senedi cinsinden.

Bu da kısa bir not olsun. Kapak fotoğrafını bazıları çok ama çok iyi hatırlar. Commodore 64, 64 kilobit hafızası olduğu için 64’tü tabii ki, Macintosh II’den hemen önce ve çok daha uygun fiyata evlere girmeyi başaran ilk bilgisayardı. Dayım sağolsun, benim de bir tane vardı, 5 yaşından itibaren. Commodore’un bir güzelliği, disket yerine kasetçalar kullanmasıydı. 90’ların sonunda internete girenlerin duyduğu o sesleri -gırrrrrççç, bipppp,bippppp, gırrççç- 1980’lerin ortalarında duymuştuk ilk defa, kardeşimle ben ve kasetin kafası şaşırmasın diye çok sessizce oturur beklerdik.