Birkaç gecedir Godfather’ı yeniden izleme imkânım oldu. Zamanın anlam ve önemine ilaveten, kapatılma esnasında zaten yazı yazma kabiliyetim sekteye uğramışken, üç-dört saatlik filmlere ayırabilecek vaktim de oluyor. Aklıma basit bir soru takıldı. Önce, Baba I ve Baba II’yi hiç izlememişler için spoiler uyarısı yapayım:

Temelde, en küçük çocuk olmasına rağmen, ailenin belirgin yetersizlikleri sonucu üniversiteye gitmiş -ancak bitirmeyi tercih etmeyip deniz piyadesi olarak II. Dünya Savaşı’na katılıp, üstün kahramanlık madalyası almış- Michael Corleone’nin hikayesi ilk film. Babasına karşı yapılan haksızlıkları giderip, kişisel intikamına ailenin, İtalyan-Amerikalıların, Beyaz Anglo Protestanlar tarafından ezilenlerin intikamını ekleme hikayesi. İlk filmde, kişisel bir yetişme öyküsü de var. Baba, nasıl baba oluyor.

Şuraya kısa bir şerh düşeyim, ilk filmin açılıştaki kediden düğüne geçiş sekansı, sinema tarihinin en iyi sekansı sayılabilir. Kızının namusunun temizlenmesini isteyen ama daha önce bir kere bile gelip hal hatır sormamış adamın hâli, Godfather’ın işleri halletmedeki ustalığı, dışarıda az sonra karşılaşacağımız gürültülü, şen şakrak düğüne, Luca Brazzi’nin babanın karşısındaki eli ayağı tutulmuş, sürekli söyleyeceklerini kendine tekrar ederkenki gerginliğine, Michael’ın kız arkadaşına nasıl değiştiğini anlatmaktaki zorluğuna, Brazzi’nin hikayesine -ona asla geri çeviremeyeceği bir teklifte bulundu- tepetaklak giriş yapmamızdaki hıza. Hem senaryo yazmak, hem de sinemasal dünyayı kurmak açısından büyük ve tadı asla kaçmayan bir deneyim bu.

Baba I’in düğün sahnesi

Coppola o kadar ustadır ki, ailenin en küçüğü Connie’nin düğünüyle, bir sonraki filmde gene ailenin en küçüğü Anthony’nin (Michael’ın veliaht oğlu) bizdeki sünnet düğününe eşdeğer yaş alma töreniyle öyle bir tezatlık sunar ki, Pentangeli’nin ikinci filmde ilk filmin açılış şarkısını artık sınıf atlamış ve Amerikanlaşmış Corleone saltanatının kiraladığı üst sınıf müzisyenlere söyletme çabası karşılıksız kalır.

Baba II’nin talihsiz karakteri Frank Pentangeli’nin o güzel geçmişe dönüş müdahalesinin karşılıksız kaldığı an.

İki bölüm de son derece parlak intikam hikayeleridir. İkinci bölüm, acımasız ağanın Corleone köyünde anasını, babasını katlettiği Vito Andolini’den Vito Corleone’ye dönüşmenin hikayesi. Sanki daha bir ustalıkla, daha incelikle işlenmiş bir hikaye. Michael’ın kendisini tutsak alan ailesinden intikamının meselesi olduğu kadar, Vito’nun da yeniden doğuşunun hikayes.

Baba’nın ne kadar çarpıcı bir intikam öyküsü olduğunu düşünürken, yirminci ve yirmi birinci yüz yılın bütün iz bırakan filmlerinin -hikayelerinin- öyle ya da böyle, bir biçimde intikam hikayesi olduğu aklıma geldi. Baba’yı bu kadar başarılı kılan, sanatkarane iş çıkarmak olduğu kadar, yeni bir tür Hollywood gerçekliği kurmak olduğu kadar, bu intikam arayışı mıydı? Luca Brazzi, ilk filmin en sevimli, en masum karakteri, gerçekte Colombo ailesinin askerlerinden birisiymiş.

Bunun hikayesi de enteresan, Coppola’nın tepesine beş aile -filmde farklı adla geçen beş aile, Bonanno, Colombo, Gambino, Genovese ve Luchesse aileleri- sen gene bizi rezil edecek bir film yapıyorsun diyerek çöker ve seti kuşatırlar. Coppola da, İtalyan asıllı olmasının ve bir ihtimal kendi akrabalarının yardımıyla mafyayı yumuşatır, hatta Luca Brazzi gibi bir sürüsüne filmdeki kısıtlı bütçeye destek olacak şekilde ekstralar olarak rol de verir. Yani, ilk filmin düğün sahnesi bir hayli gerçekçidir.

Her neyse, Coppola’nın gerçekçiliği değil benim açımdan filmi cazip kılan. Antik dünyanın, intikama ne kadar soğuk baktığını, intikam alanın kendisine sadece daha derin bir çukur kazdığı yönündeki umumi düşünceye rağmen, modern mitosun intikam fikri üzerine kurulmuş olması hakkındaki tezat beni ilgilendirdi.

Davut, Calut’tan intikam almaz, sadece zayıf olduğu için kudretlidir. Hz. Yusuf, kendisini kör kuyularda merdivensiz bırakan kardeşlerinden intikam almadığı gibi, başını belayan sokan firavunun karısından bile hıncını çıkarmaz. Bir söylen olarak, Hz. Yusuf burada istisnai sayılabilir belki, ancak dini efsanelerin hatrıma gelen pek azı içinde intikam barındırır.

Heracles, korkunç kaderinin sonunda zamanı geri alabilmek için giriştiği doğaüstü çabaları intikam için yapmaz. Augean ahırları zaten bitmeyecek iş anlamını kazanır bugünkü Batı dillerinde. Sisifos hepten uzaktır intikam arayışına.

Homer destanlarının Aşil’i, yoldaşı Patroklos’un intikamını alayım derken, destanların yegâne iyi karakteri sayabileceğimiz Hektor’u öldürür, onun ölüsüne rezil bir biçimde eziyet ettikten sonra, sonu da kısa sürede gene destanların en zayıf ve en çirkin karakteri Paris’in elinden gelir.

Homer’in İlyada destanı, Truva’dan Agamemnon ve Akhaların aldığı intikamın içler acısı çirkinliği hakkındadır. Kadınları köleleştiren, yiğit adamları kalleşçe öldüren hür bir şehri hileyle yerle bir eden kıyıcılığa okunan lanettir.

Ulysses’in yıllar süren eve dönüş yolculuğunda aklımda kalan yegâne intikamı, akbabalar gibi evine çöreklenip ve karısının nikâhına talip olan sürüden olur yanlış hatırlamıyorsam.

Belki bir Hephaistos’u sayabiliriz antik Yunan’ın intikamcı figürleri arasında, Hera’dan intikamını almak üzere -anasıdır Hera, onu daha küçükken sen ne biçimsiz şeymişsin diye Olimpos’tan aşağı atar, topal kalan Hephaistos da, anasına sihirli bir altın taht hediye eder, oturunca kalkılmayacak bir altın taht. Anam değil artık o benim der.

Zaloğlu Rüstem, bizim tanıdığımız en intikamcı karakter sayılabilir. Ne var ki, Şâhname’deki hikayesi, intikam peşinde koşarken oğlu Sührab’ı öldürmesi ve kardeşi Şeğad’ın elinde hayatının son bulmasıyla nihayete erer.

Modern öncesi dönem açısından, intikam almak makbul değildir. İntikam sadece daha fazla acıya yol açar. Machiavelli bile ideal Prens’i intikamcı bir karakter olarak betimlemekten kaçınır. İntikam için intikam, Prens’in yapacağı en son şeydir. Şiddet ölçü tanımamalıdır, evet, ancak Prens’in kendi arzularını, kendi incinmişliğini telafi etmek için de kullanılmamalıdır.

İntikam, modern anlatının pek çoğu gibi Goethe’nin icadıdır diyebilirim. Faust, doğadan intikam alır, aklın gücüne riayet etmediği için Mephistopheles aracılığıyla onu kendine tabi kılar, bu esnada da sevdiği kadını ve ailesini yok eder. Genç Werther’in derdi, intihar ederken sevginin kendisini imha etmektedir aslında, sonsuz romantik aşkı övmek değil. Bu fikirle daha sonra çok oynayacaktır Nietzsche ve sair varoluşçular. İntikam için intikam, Camus’nün de Sartre’ın da etrafında çok dönendiği konulardır. Anlamsız intikam.

Benjamin, enfes makalesinde ilahi şiddete vurgu yapar, sanırım atladığı tek bir mesele vardır. İntikamla süslenmiş bu ilahi şiddet, sıradan insanların değil, Olympos kadar yukarıdaki varlıkların iştigal alanıdır.

Baba’yla aynı dönemin ve zanaatin ürünü Yıldız Savaşları da, Luke ve Leia Skywalker’ın intikam hikayesidir tabii. Her yetişme hikayesi, modern çağda bir intikam hikayesi değil mi, babadan intikam, toplumdan intikam, ezilmişlikten intikam.

En baştaki görüntü, Baba II’nin sonundaki Michael Corleone’nin yalnızlığını resmeden -o eski güzel günlerdeki- kırılma anı. Her modern kahraman gibi, yolculuğuna tek başına çıkmak zorunda, güçlükleri tek başına göğüslemek zorundadır. İntikamını aldığında da sadece yaptıkları kalacaktır geriye, ne yanında birileri olacak, ne birileri alkışlayacak, ne de Mephistopheles’ten başka bir hemderdi olacaktır.

Discover more from Sinan Tankut Gülhan

Blogdaki Gelişmeleri Takip Etmek için abone olabilirsiniz:

Subscribe now to keep reading and get access to the full archive.

Continue reading/Okumaya devam edeyim..