Yeni Okumalar: Asimov ve Vakıf Serisi

Geçen hafta, upuzun süren bir yoğunluk döneminin nihayetinde kafamın estiği gibi okuma fırsatını bulabildim. Bulduğum bir haftaya da birkaç tane kitap sığdırdım. Korona günlerinde kitap okuduğumu zannedenler yanılıyorlar, koronada karantinayı konsol ve bilgisayar oyunları oynayarak geçirmekteyim. Korona tuhaf bir kırılma ve yılgınlık yarattı üzerimde, o da kitap okumaya pek fırsat vermiyor.

Kitap okumak, gazete makalelerinin, araştırma yazılarının, raporların, metinlerin yerin tutmuyor. Fırsatını yakaladığım bu azıcık zaman diliminde, Isaac Asimov’un yıllar önce okuduğum, Vakıf serisine geri döneyim dedim.

Asimov’un Vakıf serisinde 7 roman var:

  1. Prelude to Foundation (1988)
  2. Forward the Foundation (1993)
  3. Foundation (1942-1944/1951 kitap olarak)
  4. Foundation and Empire (1952)
  5. Second Foundation (1953)
  6. Foundation’s Edge (1982)
  7. Foundation and Earth (1986)

Forward the Foundation 1993 yılında Gönül Suveren’in çevirisiyle Altın Kitaplar Yayınevi’nden Erişilmez İmparatorluk adıyla Türkçe çıkmış, 13-14 yaşlarındayken okumuştum diye hatırlıyorum, kitabı da buldum ancak kaç yılında aldığımı yazmamışım üzerine. Yukarıda bu baskının kapağını görebilirsiniz. Kapak biraz abartılı olmuş sanki, Asimov’la Hari Seldon da aynı kişi değiller tabii ki.

13 yaşında okuduğumda çok etkilenmiş ve Asimov’un bütün Türkçe kitaplarını almıştım. Sonra, İngilizce okumaya başladığımda niyet edip kütüphaneden almıştım, ama sanki okumak kısmet olmadı.

Tabii, 13 yaşında okuduğumda Hari Seldon’un 40 yaşına gelip de hayat artık önümde haritası çizilmemiş bir biçimde uzanmıyor diye hayıflanmasını okuyup -her 13 yaşındaki gibi- ne güzel hayat benim önümde haritası çizilmemiş bir biçimde uzanıyor diye sevindiğimi hatırladım. 40 yaşında olunca, Hari Seldon’un artık psikotarihi sadece icat etmekle kalmayıp kavramsal olarak geliştirdiği yaştayım diye sevinesi gelmiyor insanın. Şimdi haritası çizilesi bir şeyler uzanmıyor önümde, çizilen harita çizilmiş işte, bir tek geriye bakınca kişisel tarihimin peyzaj haritasına ihtiyaç duyabilirim, buradan sonra gitmek istediğim yere gitmek için ne navigasyona ne haritaya ihtiyacım var, zira, gideceğim yer göz kararı da seçilebiliyor artık. Tıpkı Hari Seldon’unki gibi.

Seldon’ın Vakfı: Kısa bir Özet

Hiç Vakıf okumamış olanlar için meseleyi kısaca şöyle özetleyebilirim: Hari Seldon isminde genç ve ümit vaat eden bir matematikçi, matematik denklemlerini kullanarak galaksi imparatorluğunun geleceğini, yani insanlığın geleceğini, tahmin edilebilir kılacağına dair bir sunum yapar imparatorluğun başkenti Trantor’da. Bir sunumla dünyayı değiştiren bilim insanı, ne naif bir beklenti.

Seldon, kulağa hoş gelmediği, hatta epeyi çirkin durduğu için yeni kurduğu bilim dalına sosyoloji-tarih adını vermekten imtina eder ve ona psiko-tarih adını verir. Psikolojiyle de, tarihle de pek ilgisi alakası olmayan bu bilim dalı, verili başlangıç koşullarından yola çıkarak, yeterince veri toplanabilirse geleceğe dair tahmin yapılabileceğini iddia etmektedir. Ne var ki, Seldon -ya da Asimov- yeni yeni popülerleşmeye başlayan Heisenberg’in belirsizlik ilkesinin farkındadır.

Burada bir parantez açalım, Heisenberg’i Breaking Bad‘den bilenler için, Heisenberg atomaltı parçacıkları ölçmek için ne kadar yaklaşırsak ölçümlerin o kadar hatalı olduğunu ilk iddia eden kişi. Bunun bir de eşleniği var -eşlenik ne ya, lise fen yıllarıma geri döndüm- Schrödinger’in kedisi. Asimov, robot ve vakıf serileriyle tanınırlık kazanmasına rağmen, Amerika’da non-fiction olarak bilinen alanın en önemli yazarlarından birisi ve teknoloji üzerine zamanın dergilerinde yüzlerce civarında -belki binlerce- yazısı var.

Tabii ki Hari Seldon bir sunumla dünyayı değiştirir ve hem imparatorluk bürokrasisinin, hem bizzat imparatorun, hem de Trantor’da imparatorluğa muhalif güçlerin ilgisini çeker. Doğru tercihler yaparak hızla kariyer basamaklarını tırmanırken, ortada daha hâlâ sosyoloji-tarih demediği, psiko-tarih dediği şey bulunmaz. Ama doğru tercih yaptığı için -basitçe, sadece rasyonel düşündüğü için- Seldon’ın psikotarihi geliştirip kullanmakta olduğunu düşünen bir yığın iktidar heveslisi vardır.

Tersine yazmak: Vakıf serisi

Serinin enteresan yanı, üçüncü kitabın aslında ilk öyküler dizisi ve orada Hari Seldon sadece bir gölge olarak var. Çok sonra, 1970’lerin sonunda yeniden seriyi yazmaya karar veriyor Asimov ve neredeyse en sona Seldon’ın hikayesini bırakıyor.

Benim artık Seldon’la yaşıt (ikinci kitap itibariyle) zevklerime göre ilk iki kitabın bilimsel altyapısı iyiyken, formülcü bir kurgusu var ve basitçe tanıdıklar olmasa okunmayacak cinsten kitaplar. Oysa, ilk yazdığı kitap -daha doğrusu kısa öykü serisi- en keyifle okunan kitap.

Ama tarih sırası itibariyle ilk kitabın da yazıldığı zamanın bir ürünü olarak ciddi bir atomik enerji saplantısı var. Çocuk ansiklopedilerinde gördüğüm nükleer enerjiyle çalışan otomobillerin büyülü atmosferini hatırlatıyor ilk kitap. 1980’lerin ortalarında bu teknolojiler bir çocuk aklıyla öyle etkileyiciydi ki, Challenger’ın havada patladığını canlı yayında gördüğümde bile inanasım gelmemişti. Evet, Asimov bir teknoloji savunucusu, fetişleştiricisi.

Ford Nucleon, nükleer otomobil, sıfır yakıt derdi, ama kaza anında ölüm ya da yıllarca sürecek acı garantili.

Ancak bu teknoloji savunusunun ötesinde, daha ciddi bir derdi var Vakıf serisinde; Edward Gibbon’ı okumuş olanların çok yakından tanıdığı, Batı’nın bir fikir hâlini almasını sağlayan ciddi bir endişe temelinde kurulmuş bir kitap bu: bir imparatorluk nasıl çöker, bir toplumsal sistem nasıl yok olur, gerileme kaçınılmaz mıdır ve bu gerileme nasıl durdurulur.

Asimov, bir yerlerde zaten II. Dünya Savaşı’nın ortasında yazmaya başladığı Vakıf serisinde temel derdini Gibbon üzerinden kurduğunu izah etmiş. Batı rasyonalitesinin asla aklının almadığı bir çöküş Roma’nın başına gelen. Biz tabii şu anda canlı canlı bu vakayı izlediğimiz için bizim de aklımız almıyor, olaylara ne kadar yakın olursak, o kadar az şey bilebiliriz hakkında; Heisenberg ve Asimov’un belirttiği gibi.

Immanuel Wallerstein’e hiç soramadım, ancak onun da modern dünya sistemini inşa ederken Gibbon’dan etkilendiğini tahmin ediyorum, en azından çok derinlerde bir yerlerde. Asimov’dan etkilenmiş midir, Asimov okumuş mudur, bilemiyorum.

Velhasıl, Vakıf sadece sosyal bilimler açısından değil, bilim kurgu edebiyatı açısından da önemli bir yerde konumlanıyor. Ortada daha bilim kurgu edebiyatı diye bir şey yokken veya bilim kurgu edebiyatı, edebiyat dahi sayılmaz ve bir kısım meraklı ve gözlüklü ineğin, bir avuç doğa bilimleri meraklısının alanıyken -aynı şeyi çizgi romanlar için de söyleyebiliriz- onu bambaşka bir alan hâline getirenlerden birisi Asimov.

Asimov’un büyük tarih anlatısında, Seldon’ın rolü, tarihin tahmin edilmesini sağlayan bir kuramın sahibi olmasında yatıyor. En temel mesele de, yüzbinlerce yıl sürecek (300bin) galaksinin Ortaçağı yerine, bin yıl sürecek bir karmaşa döneminde, bilginin ve teknolojinin muhafaza edilmesi. Şimdi bakınca insanı gülümsetiyor, ancak tarihin bile kontrol edilebileceğini düşünen bir zamanda -atomu bile parçalayan bir çağda- çok etkileyici bir düşünme biçimi olduğunu teslim etmek gerekiyor.

Serinin ilk kitaplarının belirli bir akıcılığı var, ta ki tuhaf bir dramatik dönüşüm devreye girene kadar. Ne olduğundan bahsetmeyeceğim, ancak beni çok yordu ve beşinci ciltten sonra elimden bıraktım kitabı.

Ben kitabı İngilizcesinden okudum, ancak Türkçe’de tahmin ettiğim üzere İthaki yayınlarından baskısı varmış, buradan erişebilirsiniz.

Türkçe baskı, orijinal Amerikan çizimlerini kullanıyor ve burada da görebileceğiniz gibi Hari Seldon, yaşlılığında epeyi güçsüz.

Kafanızı fazlaca yormayacak ve hemen de bitmeyecek bir kitap okumak istiyorsanız -yaz kitabı- Vakıf iyi bir tercih olabilir. Arka planını, atomik enerjiyi, bu inanılmaz teknolojik determinizmi ve insanlığa dair bu korkunç karamsarlığı bir tarafa bırakırsak, kadın rollerine dair zamanının epeyi ilerisinde -Asimov, 1970’lerin feminizminden etkilenip bir kadın bodyguard figürü de eklemiş, serinin sonradan yazılan ilk kısımlarına- ama hâlâ bir hayli regresif bir tablodan -ABD’de sokak isyanlarına dair çarpıcı gelişmeler olurken, isyanların beyhudeliğine dair de bir hayli statükocu saptamaları var- enteresan bir zaman-mekân macerası.

Şehirciler açısından da ufak bir not düşeyim, geçen derslerimden birinde, Lefebvre’in gezegensel kentleşme dediği olgunun kökenlerini Kentsel Devrim kitabında bilim-kurgu metinlerinde bulduğundan bahsetmiştim. Buradaki en önemli -belki de tek önemli- kent Trantor -galaktik başkent- tek bir gezegende suni olarak iklimlendirilen 100 milyar nüfusuyla dev bir gezegen-kent. Bu da aklımızın bir köşesinde bulunsun.

Discover more from Sinan Tankut Gülhan

Blogdaki Gelişmeleri Takip Etmek için abone olabilirsiniz:

Subscribe now to keep reading and get access to the full archive.

Continue reading/Okumaya devam edeyim..